Ağrı- Iğdır - Van ve çevresi..



 
               Yıllardır görmeyi arzuladığım bir bölge buralar.. Her yıl planlayıp, sonra çeşitli nedenlerle ertelediğimiz bu yöreye gezimize mayıs ayında başlamış, ancak seçim nedeniyle Malatya'dan geri dönmek zorunda kalmıştık.

 Mark Twain'in dediği gibi; 'Yirmi yıl sonra (!) yapmadıklarımızdan pişman olmama' adına, 'Daha sonraki yıllara (aslında daha ileriki yaşlara) bırakmayalım artık.' deyip tekrar düştük yollara..

İzmir nire... Buralar nire..??

AĞRI
Erzincan-Erzurum derken yolumuz Ağrı'ya kadar uzandı. Tabii Türkiye'mizin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı'nı görmek, bir efsaneyi yaşamak kadar önemliydi benim için.. (Nuh'un Gemisine ulaşmak gibi bir amacım yoktu.. Olamazdı ya zaten..) Dağ, Ağrı'ya 95 km. uzaklıktaki Doğubayazıt İlçesi civarından görülebiliyor.

    
     Doğubayazıt, Ağrı Dağı'nın gölgesinde yaşıyor denebilir. Dağcıların ve ünlü İshakpaşa Sarayı'nı görmek isteyen (bizim gibi ) yerli-yabancı turistlerin uğrak yeri. Ayrıca İran'la bağlantıyı sağlayan Gürbulak Sınır Kapısı da bu ilçe sınırlarında. Dolayısıyla oldukça hareketli.


     Bizi şaşırtan bir yönü de çarşısında bütün ünlü markaların mağazalarının bulunmasıydı. Bir çok ilçede göremediğimiz büyük bir AVM ye sahip olması da farkı...
 
   Mevsimin yaz olduğunu hesap etmediğim için, hep karlarla kaplı bir Ağrı Dağı vardı hayalimde... Ancak, sadece zirvesinde kalan bir kar birikimini bile göstermemek için, bulut kümelerinin arkasına saklandı hep..



      Ağrı Dağı, evvelce Ağrı İli sınırları içindeyken bu adı almış. Şimdiyse ancak %35i Ağrı'da, %65i Iğdır'da..  Bir başka adı da Ararat. olan dağ, iki zirveye sahip. Büyük Ağrı-Atatürk Zirvesi 5137 metre yüksekliğinde. Diğeri 3898 metre yüksekliğinde Küçük Ağrı-İnönü Zirvesi.

  Ağrı Dağı'nı yakından görebilmek için çıktığımız 58 km.lik Iğdır yolunun büyük bölümünü gelmişken 'Haydi Iğdır'ı da görelim.' dedik. Iğdır, bilindiği gibi henüz bir kaç yıl önce il statüsüne geçtiğinden, yapılaşma halinde. Sokaklar, caddeler kazılmış. Hangi yola girseniz çıkmak mümkün olmuyor. Çünkü yolun sonunda 'Yol Kapalı' tabelası çıkıyor, karşınıza.. 



Epeyce dönüp-dolaştıktan sonra tekrar Doğubayazıt'a doğru yola çıktık, yine.

Yolumuzun üzerinde, önce 'Ne kadar güzel bir yeşillik, çimenlik..' dediğimiz, sonra göl olduğunu kenardaki tabeladan anladığımız Gölyüzü Gölü ve aynı adlı köy..



Doğubayazıt'a tepeden bakış...



İSHAKPAŞA SARAYI

Ağrı'ya yolunuz düşer de, İshakpaşa Sarayı'nı gezip-görmeden ayrılırsanız, ölmeden önce mutlaka bir kere daha gelirmişsiniz.. (Biz söyleyenlerin yalancısıyız.. )

Doğubayazıt,  İshakpaşa Sarayı ile özdeşleşmiş durumda. Doğubayazıt'a 7 km. uzaklıkta Karaburun adı verilen yüksek bir tepeye inşa edilmiş. Yapımı 1685-1784 yılları arasında tam 99 yılda tamamlanabilmiş. 7600 metre kare bir alan üzerinde.



Burası camisi, türbesi, hamamı, harem ve selamlık bölümleri, 116 odası ile saraydan ziyade bir külliye..
Düşman işgalleriyle, kışla olarak kullanılmasıyla ve gerekli koruma sağlanmaması gibi etkilerle büyük ölçüde zarar görmüş. Ayrıca 1917 de Rusların eline geçen sarayın, som altından yapıldığı söylenen giriş kapısı kanatları Rusya'ya götürülmüş.
Taş oyma işçiliğinin en güzel örneklerinin sergilendiği saray, tarih ve sanat tarihi bakımından çok büyük bir değer... Taç kapı Selçuklu tarzında..


Taç kapıdan girilen birinci avluda çift gözlü bir çeşme görülüyor. Bu gözlerin birinden su, diğerinden akıl almaz bir tesisatla getirilen, tepelerde yaşayan yörüklerin ve köylülerin sağdığı süt akarmış. Bizim gördüğümüzse; bu çeşmenin yalağına atılan sigara izmaritleri oldu.


İkinci bir taç kapıdan geçilerek girilen diğer avluda sarayın ihtişamı gözler önüne seriliyor.  Selamlık,  salonlar, cami, türbe burada ilgi çeken bölümler..



Burada büyük ilgi çeken İshak Paşa ve yakınlarının gömülü olduğu türbe..
Türbenin mimarisi, daha önce gördüğümüz türbelerden çok farklı.. Kafkas-Gürcü-Ermeni ve Selçuklu üslubu görülüyor.
Türbenin İshak Paşa'nın ölüm tarihi olan 1799 tarihinde, yani sarayın bitişinden 15 yıl sonra yapıldığı düşünülüyor.



Türbenin hemen yanındaki kapıdan 'selamlık' bölümüne giriliyor. Selamlıkta, misafirlerin ağırlandığı geniş salonlar göz dolduruyor.






Saray bünyesinde yıkılmadan kalabilmiş tek yapı cami..
Cami tek kubbeli ve iki ayrı renk taşla örülmüş minaresiyle dikkat çekiyor..







İkinci avludan muhteşem bir taç kapıyla harem bölümüne geçiliyor..




Harem aslında iki katlı olarak inşa edilmiş. Ancak üst kat tamamen yıkılmış. Odaların ovaya bakan bölümünde şömineler dikkat çekiyor.






        Ayrıca yapı içinde hava sirkülasyonu sağlayan ve bir tür kalorifer ve klima sistemi oluşturan boşluklar var. Bu sistemin dünyada ilk olduğu söyleniyor.

Restore geçiren sarayın üzeri, doğal etkenlerin yıpratmasına önlem olarak kırılmaz ve zararlı ışınları önleyici camla örtülmüş. Hala muhteşem, hayranlık uyandıran bir görünümde saray...

                     
    Sarayın karşısındaki  yamaçta Doğubayazıt Kalesi ve Bayazıt Camii görülüyor. Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan cami ilk günkü halinden bir şey kaybetmemiş, ama kullanılmıyor.
    
     



Urartular döneminde yapılan kalenin ise ürkütücü bir ihtişamı var.
               


      Kalenin karşısında ise filozof ve müderris olan Şeyh Ahmed-i Hani (halk arasındaki adıyla Hani Baba) türbesi ve adına yapılmış cami vatandaşlar tarafından çok ilgi görüyor ve çok sık ziyaret ediliyor.
                                    




Böyle muhteşem bir tarihi değeri görmüş olmanın sevinci ve heyecanıyla ayrılıyoruz, İshakpaşa Sarayı'ndan...



Artık Van'a doğru yola çıkma zamanıdır....








Doğu Anadolu'nun parlayan yıldızı
 VAN



             Ağrı'dan sonra Hamur-Tutak-Patnos İlçeleri güzergahında, yokuşlar ine-çıka, bazen köyler içinden geçerek, bazen köylere uzaktan el sallayarak 130 km. civarında bir yol yaptık. Bu yolculuğun büyük bölümünde Murat Çayı kah yanı başımızda, kah uzaklaşarak bize eşlik etti..



















Van Gölü'nün maviliği nihayet uzaktan görüldüğünde nerdeyse akşam olmak üzereydi. İlk durağımız Erciş'ti. Göl kıyısına inebilmek için epey bir dolaştıktan sonra sahil yoluna ulaştık.









       Bir an önce Van Gölü'ne ulaşma isteği ve heyecanı ile aradaki yerleşim yerlerinde konaklamayıp yola devam etmek, havanın sıcaklığı da hesaba katıldığında bizim için oldukça yorucu oldu. Hemen bir şeyler yiyip, derin bir uykuya daldık..

Sabah Van Gölü manzarasına uyanmak çok keyifliydi doğrusu..


Erciş, Van'ın 174 000 nüfuslu (bizi çok şaşırtan), 'il olma arzusunda' olan bir ilçesi.





Bir süre önce Belediye Başkanı'nın bir televizyon kanalında 'Erciş'i turizm merkezi haline getirdik. Göl kıyısındaki tesislerimizi hayata geçirdik. Herkesi Erciş'e bekliyoruz..' sözleri üzerine 'Davete icabet edelim' diye düşündük. İlk iş hemen toplanıp, sözü edilen tesiste, göl manzaralı bir kahvaltı hayaliyle yola çıktık. Sorup soruşturduk, söylenilen tarafa yöneldik.


Adilcevaz yönünde kilometrelerce yol gittik, görünen bir şey yok. Artık umudumuzu kesip, dönmeyi düşündüğümüzde, yoldan epeyce içeride küçük bir ağaçlık dikkatimizi çekti. Hiç olmazsa kahvaltı ederiz, dedik. Meğer aradığımız tesis burasıymış. Tabelasını sonradan gördük. Kısaca 22-23 km. gelmiş olduk.

Yaklaşık 2 metre yüksekliğinde çitle çevrili. Kapıya yaklaşıp, daha 'Merhaba' derken, çitlerin arkasından 'Giremezsiniz.. Yasak' diyen askeri üniforma benzeri kıyafetli iki görevli tarafından karşılandık. 'Ne gibi bir hizmet veriliyor? Yiyecek-içecek durumu nedir?' demeye çalıştıkça bizi duymadılar bile..'Zaten kalmayacağız. Şöyle bir bakıp çıkacağız.' dedikse de onlar 'Yasak' sözünde ısrar ettiler..

Hani filmlerde 'Yassah hemşerim!' den başka farklı bir kelime kullanmayan tipler vardır ya.. Gülüp geçeriz.. Aynen öyle.. Hani biraz daha ısrarcı olsak, iş büyüyecek gibi..
Meramımızı anlatamayacağımıza kanaat getirip, ancak bir karış açılan kapı aralığından bir kare fotoğraf çekerek ayrıldık.


Halka hizmet için yapılan bir tesisin görevlilerinin biraz daha hoşgörülü ve güler yüzlü olmaları konusunda eğitilmeleri gerekir, kanısındayız. Kısaca ilk izlenim pek 'hoş' olmadı.
Tepede, göl manzaralı bir düzlükte kahvaltımızı ettik ve Erciş'e döndük.

Akşam yol yorgunluğuyla pek dikkat etmemişiz.. Sahil, gerçekten başarılı bir şekilde düzenlenmiş. Işıklandırma, temizlik tam not almaya layık. Kameriyeler, yürüyüş parkurları, henüz yeni dikilmiş olsalar da çiçeklerle süslü uzun bir sahil yolu...






      Karavanla kalınabilecek, sabah göl manzarasına uyanacağınız oto parklar, yol kenarında cepler var. Çarşıya, merkeze uzak ama, alışveriş yapılabilecek A101 yakın sayılır.
Yalnız, ne halkın çoğunlukla piknik yaptığı kameriyeler arasında, ne de sahilde bir tek çeşmeye rastlamadık. Bir de, her göl kenarında olduğu gibi, burada da akşam saatlerinde ortaya çıkan, zararsız, ama rahatsız edici sinek-kelebek arası uçucular var.. Gerçi her akşam defalarca ilaçlama yapılıyor..

Erciş'in bir başka özelliği;  Van Gölü'nün sodalı-tuzlu suyunda yaşayabilen tek balık türü, inci kefalinin üreme döneminde yumurtalarını bırakmak üzere tatlı sulara yönelmesi. Suyun akış yönünün aksine yüzen balıklar, önlerine çıkan engelleri atlayarak, uçarak aşıyor, yumurtalarını bıraktıktan sonra tekrar göle dönüyorlarmış.
15 nisan-15 temmuz tarihleri arasında gerçekleşen bu ilginç hareket, Erciş'e 10-11 km. uzaklıktaki Deliçay Irmağı ve küçük çapta Muradiye  Bendi Mahi Çayı'nda görülüyormuş. Erciş'te bir 'Balık Bendi' mesire yeri hazırlanmış. Her yıl söz konusu tarihler arasında festival düzenleniyormuş.









VAN GÖLÜ

Van Gölü, Nemrut Volkanı'nın patlaması sonucu çöküntü alanının lavlarla kapanmasıyla oluşmuş. 3 755 km.2 yüzölçümüne sahip ülkemizin en büyük gölü.. Suyu tuzlu ve sodalı. Göl çevresi  185 km.si Van, 245 km.si Bitlis sınırları içinde olmak üzere 430 km. En derin yeri 451 metre olarak saptanmış. Çarpanak, Adır, Akdamar, Kuş Adası gölün adaları.
Halk 'Van Denizi' diyor ama, dikkatli bakıldığında, sınırlı olduğu karşı kıyıların görülebilmesinden anlaşılıyor. Suyu sodalı olduğundan balık yaşamıyormuş. Ancak göle dökülen dere ve ırmakların ağızlarında 'inci kefali' denen bir balık türü yetişiyormuş.

Gölün dibinde, suların yükselmesi sonucu sular altında kalan bir yerleşim olduğundan söz ediliyordu. Doğruluğunu , dalış sporuna gönül vermiş yeğenimiz Tarkan Fikret Duran'ın bir dalışında çektiği fotoğraf kanıtlıyor. Gölün 13 metre derinindeki duvar kalıntısı..


Yine Adilcevaz ilçesi açıklarındaki dalışlarda 10-15 metre derinlikte sular altında kalmış yerleşim yeri ve kale kalıntıları görülmüş.

 (Alıntı)

 Ayrıca 'su altı peribacaları' denilen çok sayıda dikitlere rastlanmış.

MURADİYE

      Yolumuz bu kez Muradiye'ye doğru... Erciş'ten 42 km. uzaklıktaki Muradiye 4. Murat'ın Bağdat seferi sırasında burada konaklaması nedeniyle bu adı almış.

         O kitaplarda fotoğraflarını gördüğümüzde, uzun uzun düşen suyun sesini hayal ettiğimiz şelale bu ilçede. Merkeze 6-7 km. uzakta. Çevresi mesire yeri olarak düzenlenmiş. Hafta sonu gittiğimiz için yoğun bir mangal-semaver dumanı içinde kaldık.. İlk anda şelaleyi göremedik. Sonra üzerinden geçenlerin özellikle salladığı bir asma köprünün ortasına geldiğimizde birden sağ tarafta görünüverdi. Bend-i Mahi Çayının gür suları 20 metre kadar bir yükseklikten dökülüyor. Su o kadar gür ki, kavurucu ağustos sıcaklarından bile etkilenmemiş. Bir çok yerden dökülüyor.. Bu da muhteşem bir görüntü veriyor.. Öyle ki bakmalara doyamıyorsunuz...





Şelaleye doğru giderken 'Şeytan Köprüsü' tabelası gözümüze çarpmış, onu dönüş yoluna bırakmıştık. Köprü yoldan 800-900 metre kadar içerde. Ama yol girişte öyle engebeliydi ki.. Karavan bir sağa, bir sola yalpalarken arkadan bir şıngırtı koptu. Bu kadar sallantıya dayanamayan dolap kapağı açılmış, cam kaselerimden dört tanesi maalesef küçücük parçalara ayrılmıştı. Temizlemek epeyce zamanımızı aldı.. (Bu da şeytanın oyunu olsa gerek..)

Çok fazla gitmeden ilerde köprü göründü.. Bend-i Mahi çayı üzerine, 19. Yy.da, çayın en dar yeri olan, birbirine çok yakın iki kayalık arasına yapılmış. Yaklaşık 15-16 metre uzunluğunda, 3 metre genişliğinde. Çayın diğer tarafındaki köylere ulaşım için kullanılıyor.
Köprü dar olarak yapıldığından bir düğün alayının buradan düşerek ölmesinin ardından halk arasında 'Şeytan Köprüsü' olarak anılmaya başlamış.



Bir süre önce de tarihi değeri olan bu köprü üzerine asfalt dökülmesi tepkilere yol açmış, daha sonra asfalt sökülmüştü...
Gerçekten görüntüsü ürkütücü...

  Muradiye'nin tarihi değerlerinden bir diğeri de Saint Stefanos Kilisesi. 17. Yy. da inşa edilen kilise, dağın eteklerinde.. 70 li yıllara kadar ayakta olan kilise, maalesef bu tarihten sonra define arayıcılar tarafından tahrip edilmiş, yağmalanmış. Bu gün otların arasında sadece duvar kalıntıları ve temel izleri var..

       Ve... VAN..
       Bizi şaşırtan Van, son derece modern, hareketli, 'Doğunun Parlayan Yıldızı' ünvanını sonuna kadar hak eden bir yerleşim...
   



Muradiye İlçesine 85 km. uzaklıkta Van'ın merkezi. Tarih olarak 4000 yıl öncesine dayanıyormuş. Van adının da nereden geldiği konusunda kesin bir bilgi yok. Van'ın eski adı olan Tuşba 'güneşli yer'  anlamına geliyormuş. Şimdi İpekyolu ve Tuşba merkez ilçeler..

VAN KEDİ EVİ
Van'ın simgesi kediler..


Van'da ilk gördüğümüz Yüzüncü Yıl Üniversitesi Kampüsü içinde yer alan 'Kedi Evi' oldu.



Van'a özgü beyaz tüylü, bir gözü mavi-diğeri turuncu renkli kedilerin neslini korumak amacıyla açılmış. Oyun salonu, yatakhaneleri, reviri ile inanılmaz bir yuva..





Erkekler, dişiler ve yavru kediler olarak ayrı bölümlerde tutuluyorlar.. Erkek kediler kendi hallerinde uyuklamakla meşguller. Dişilerse ziyaretçilere daha yakınlık gösteriyor, şirinlikler yapıyorlar.. Yavrular malum oyun peşindeler.. Birbirleriyle didişiyorlar..
Yeni yavruları olmuş bir anne kedi, kendisine ayrılan özel bölümde uzanmış...


Bunların dışında erkek ve dişi olarak ayrı bölümlerde tutulan yaşlı (!) kediler var.. Onlar da satılıkmış.
Kedilerin her biri diğerinden güzel, sevimli.. Onları izlemek insana huzur veriyor.. Hepsini kucaklayıp sevmek geçiyor içimizden...
Girişte kediler temalı çeşitli objelerin satıldığı stanttan hediyelik satın alınabiliyor.


VAN KALESİ

İl merkezine 5 km. uzakta büyük bir kaya kütlesi üzerindeki kale Urartular tarafından M.Ö. 840-825 yıllarında yapılmış. Bölgenin en eski kalelerinden biri.




Kale her birinin ağırlığı 35 ton civarında olan taş bloklarının üst üste yığılmasıyla oluşturulmuş. Kale içinde medrese, cami, sarnıçlar mevcut..




 
                       Kaleden Van'a bakış...



Kale silueti üzerinde yer alan Kale Camii diğer adıyla Süleyman Han Camii Kanuni Sultan Süleyman adına yapılmış. Kale içindeki tek cami özelliği taşıyor.

Eski Van yerleşimi bugünkü kalenin güneyinde.. Hemen hiç bir şey kalmamış. Şimdi yapılan kazılarla gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor. Hemen yakınında Kaya Çelebi Camii görülüyor. Cami Kaya Çelebizade Koçi Bey tarafından 1660 yılında yaptırılmaya başlanmış. Koçi Bey'in idamı sonrasında 1663 yılında bitirilen cami aynı yıl ibadete açılmış.


Kaya Çelebi Camii, ilerisindeki Hüsrev Paşa Camii ile gün batımında ...


Hüsrev Paşa Camii ise, Van Beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa tarafından 1567 yılında yaptırılmış... Mimar Sinan yapımı olduğu sanılıyor..




ESKİ VAN EVLERİ

Eski Van Şehrinde evler, yerleşim alanının kısıtlı olması nedeniyle bitişik olarak yapılırmış. Saman, tuz ve odun parçalarından oluşan kerpiçle, genelde iki kat olarak inşa edilmiş. Ancak 1915-1918 Rus Harbi sonucu eski Van evlerinin hemen hepsi yanmış, yıkılmış..
Şimdi Van Kalesi yakınında, aslına uygun olarak yapılan Van Evi örnek gösterilerek sergileniyor..



Van'a gelinir de o ünlü 'Van Kahvaltısı' nın tadına varılmadan geçilir mi?
Kahvaltı mekanları kalabalık..


Çeşitler o kadar çok ki.. 

Fotoğraftakilere ilaveten haşlanmış ve rafadan yumurta, menemen, sahanda tereyağlı yumurta, sucuklu yumurta, börek, patates kızartması.. vs. vs. Bir de bizim alışık olmadığımız kahvaltıda kavurma, kavurmalı yumurta gibi yiyecekler var ki.. Bizim için ağır şeyler.. İki kişi de olsanız hepsi geliyor. Bunların bir kısmı el sürülmeden geri gidiyor.


EDREMİT
'Edremit Van'a bakar..
İçinde çaylar akar... '

türküsünde adı geçen ilçeyi, çok kişi Ege'deki Balıkesir'e bağlı Edremit'le karıştırır..

Edremit, Van'ın merkez ilçelerinden biri. Göl kıyısındaki çay bahçeleri, kafeleri, restoranları, eğlence yerleriyle batıdaki kentleri aratmayacak güzellikte, modern bir yer...






                                     GEVAŞ ve AKDAMAR (AHTAMAR ) ADASI

    Van merkeze 40 km. uzaklıktaki Gevaş İlçesi adını, Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele filmiyle duyurdu. Kısa bir ara sonrası Vizontele Tuuba filmiyle de ününü pekiştirdi.

Gevaş, sırtını 3550 metre yüksekliğindeki Artos Dağı'na ( diğer adıyla Çadır Dağı) yaslamış. İlçe bir çok tarihi değere sahip..  Akdamar Adası'nı ilçe sınırları içinde barındırması büyük hareket sağlamış.




      Gevaş'ta yol üzerindeki Selçuklu Mezarlığının içindeki kümbet Halime Hatun Kümbeti imiş. 1335 yapım tarihli olduğunu öğrendiğimiz kümbetin hemen arkasına inşa edilen yurt binası, bu tarihi anıtı gölgelemiş.. Epey tepki çektiyse de 2007 yılından bu yana aynen duruyor.




Gevaş'tan bir tabela..


  Gevaş'tan Akdamar Adası'na küçük teknelerle ulaşılıyor. Yolculuk yarım saat kadar sürüyor.



               Akdamar Adası'na ziyaretçi taşıyan teknelerin iskelesi Gevaş'a 7 km. Bunun yanı sıra 15 km kadar sonra Akdamar Beldesi'nden de ulaşım var..






   Ada iskelesinden kilisenin olduğu yere bir patikadan çıkılıyor. Kilise aslında manastır olarak yapılmış. Ermeni gençleri inzivaya çekilmek ve dini eğitim almak için gelirlermiş.


Kutsal Hac Kilisesi adı verilen kilise, 915-921 yılları arasında yapılmış. Bir benzerinin daha yapılmaması için mimarının kollarının kesildiği rivayet ediliyor.
İki şapel, toplantı yeri, çan kulesi değişik tarihlerde ilave edilmiş.




       İç duvarlarındaki resimler oluşan tahribatlar nedeniyle pek seçilemiyor. Bir başka neden ise, fresklerin zarar görmemesi için içerde ışıklandırma yapılmamış olması...







Kilisenin dış yüzünü süsleyen  rölyeflerde dini konular, vahşi hayvanlar, bitkiler, kuşlar betimlenmiş.




Bizim dikkatimizi çeken bu rölyeflerden birinde işlenen 'Van Gölü Canavarı' teması oldu..


Uzun yıllar önce yapılmış bir yapıda bu konunun işlenmiş olması, 'Acaba gerçek mi?' diye düşündürmüyor değil.. Bilindiği üzere yıllardır 'Van Gölü canavarı var mı, yok mu?' tartışması sürüyor. Göl kenarından bir adamı suya çekip götürdüğü söyleniyor. Ayrıca günümüzde de gördüklerini iddia edenler var...

Kilisenin yakınındaki bu taşların, keşişlere ait mezar taşları olduğunu öğrendik.



1951 yılında, nerdeyse 1100 yıldır ayakta kalan kilisenin yıkımına kararı verilmiş. Yakınındaki şapellerden biri tamamen yıkılmış. O tarihte gazeteci-yazar Yaşar Kemal bölgede gezideymiş ve bu yıkımdan haberdar olmuş. Derhal girişimlerde bulunmuş ve başarmış. Bu harika tarihi anıtın yıkılmasına engel olmuş. Yani bu gün bu değerli yapıyı gezip görebiliyorsak, tamamen 2015 de kaybettiğimiz ünlü Yaşar Kemal'e borçluyuz. Ruhu şad olsun.

2005-2007 yıllarında restore edilen kilise ziyarete açılmış ve 2010 da ilk ayin yapılmış.

Adadan ayrılırken, gözümüzü arkada bıraktığımız bu değerli eserden alamadık..


ADİLCEVAZ


       Bitlis'in Van Gölü kıyısındaki ilçelerinden biri.. Ermenice adı 'Ardzgue' imiş. Geçmişteki  diğer isimleri Zatülcevaz- Elcağiz- Elceviz gibi çeşitlilikler gösteriyor. Sonuç olarak yörenin cevizi ünlü olduğundan isimlerin de cevizi çağrıştırdığını düşünüyoruz. Adilcevaz cevizi ince kabuklu ve çok iri olmasıyla tanınıyor. Öyle ki cevizin bir tanesinin 20-21 gram geldiği oluyormuş. Doğal olarak ceviz reçeli her kahvaltı masasının baş lezzeti...




Tarihinin mağara dönemine kadar indiği söylense de çok fazla tarihi eser göremedik, burada..
Sahil Kalesi adıyla anılan kaleden çok küçük bir bölüm ayakta kalabilmiş.



    Tuğrul Bey (Zal Paşa) Camii sahil yolu üzerinde, kalenin hemen altında. 16. Yy.da yapılmış, 1965 yılında restore edilerek ibadete açılmış.


Kef Kalesi kente 6-7 km. uzakta volkanik bir tepenin üzerinde yer alıyormuş. Yolun pek uygun olmadığı bilgisine dayanarak gitmekten vazgeçtik.
  Süphan Dağı, Adilcevaz-Erciş ve Patnos İlçeleri arasında sönmüş bir volkan. 4058 metreye ulaşan yüksekliğiyle Anadolu'nun üçüncü yüksek dağı.


Süphan Dağı'nın doruklarındaki buzulların sularıyla beslenen Aygır Gölü, Adilcevaz'a 5 km. uzaklıkta. 3,5 km2. lik bir alanı kaplayan göl, teknonik bir göl.  Çevresi yeni ağaçlandırılmaya başlandığından fidanlar henüz küçük. Suyu tatlı. Rengi ise ilk anda göze çarpacak kadar mavi..
Kısaca Süphan Dağı ve Aygır Gölü tek kelimeyle 'muhteşem bir ikili'...




Adilcevaz'da kısa süre önce keşfedilen bir oluşum alanı; mikrobiyalitler. 'Su altı peribacaları' olarak adlandırılabilir. Özellikle karbonat yönünden zengin göllerde görülen bir oluşum. Göl dibindeki  çatlaklardan sızan kalsiyum, karbonatla birleşerek kireç taşı ve kalker meydana getiriyor, bunlar da yukarı doğru uzayarak sütunlar oluşturuyormuş. Kısaca, mağaralarda gördüğümüz dikitlerin su altında olanları diyebiliriz.
Dünyadaki mikrobiyalitlerin en büyükleri Van Gölü içinde bulunmuş. Yükseklikleri 20-25 metreyi bulanları varmış.


Biz bu oluşumların karadaki fosillerini gördük, Adilcevaz'da.. 'Mikrobiyalitler Vadisi'. Merkeze 2,5 km. uzakta. Vadi 2 km. kadar uzunlukta ve oldukça derin. Yaklaşık 6500 yıl kadar önce Van Gölü seviyesinin çok yüksek olduğunu ve kilometrelerce daha geniş bir alanı kapladığını düşündürüyor. Sular çekildiğinde dikitlerin üzerleri toprakla kaplanmış ve suların oyduğu bu vadi ortaya çıkmış..





                           Cittaslow AHLAT

      Ahlat, Van Gölü kıyısında Bitlis'e bağlı bir güzel ilçe.. Tarihi M.Ö. 900 lere dayanıyormuş. Ve tarihi değerlerini sahiplenmiş, korumuş. Gerçekten tarih kokan, her sokağından tarih fışkıran bir yer.

 

      Ahlat Kalesi... Göl kenarında.. Bu yüzden 'Sahil Kalesi' deniyor. Kanuni Sultan Süleyman İran Seferinden dönerken uğradığı Ahlat'ta bir kale yapılması emrini vermiş. Kale planının Mimar Sinan tarafından yapıldığı söyleniyor. Kale şu anda onarılıyor.



     Ulu Kümbet... Usta Şagirt Kümbeti.. Ahlat'taki kümbetlerin en büyüğü olduğundan halk arasında Ulu Kümbet olarak anılıyormuş. Yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor, 13. Yy.da yapıldığı tahmin ediliyormuş. Kümbetin diğer adının öyküsü de şöyle; Usta ve çırağı yanyana iki ayrı kümbet yapmışlar. Ustanın yaptığı bir süre sonra yıkılmış. Bugün ayakta kalan çırağın yaptığı kümbetmiş. Bu yüzden 'Usta Şagirt' yani 'Usta Çırak' Kümbeti adı verilmiş.


                           Çifte Kümbetler... Ahlat'ın bir başka tarih köşesi...


     Bir avlu içindeki kümbetlerden sağdaki 'Hüseyin Timur Esen Tekin'e aitmiş ve 1279-1280 yıllarında yapılmış.
                                     

          Soldaki kümbet ise Şirin Hatun ve Bugatay Aka'ya aitmiş ve Artuklulardan Bugatay Aka'nın ölüm tarihi olan 1281 de yapılmış.


Emir Bayındır Camii ve Kümbeti.. Caminin yapım tarihi 1477. Akkoyunlulardan Bayındır İbni Rüstem tarafından yaptırılmış.





         Emir Bayındır Köprüsü... Tahtısüleyman Deresi adı verilen akarsuyun üzerine Emir Bayındır tarafından yaptırılmış köprü.. Yapım tarihi bilinmiyor. 21 metre uzunluğunda, tek gözlü, basamaklı bir kemer köprü bu...

                  



Köprüyü görmeye gittiğimizde,  bir kayınvalide, üç gelini ve torunlarıyla köprü üzerinde piknik yapıyorlardı.. Bir çay içimi misafirleri olduk, sohbet ettik..


Harabe Şehir.... Köprünün yakınında.. Neolitik çağdan kalma mağara evlerden oluşuyor.






    Selçuklu Meydan Mezarlığı... Dünyanın en büyük Türk-İslam Mezarlığı olarak biliniyor. Mezarlar 12. ve 13. Yy. aitmiş. Çok büyük bir alana yayılmış, toplamda 8 bin civarında mezar olduğu tahmin ediliyormuş.  1400 kadar da mezar taşı varmış. Taşlar yöreye özgü Ahlat taşından yapılmış ve üzerlerindeki geometrik süslemeler dikkat çekici.. Bazıları 3,5 metreye ulaşan yükseklikte.




        Ahlat Taşı... Ahlat'ta kamu binaları da dahil evler, camiler, çeşmeler çoğunlukla gri, beyaz, kahverengi, sarı, kızıl taşlarla kaplı. Sadece Ahlat'ta çıkarılan volkanik küllerin bir araya gelmesiyle oluşmuş, sert, dayanıklı, ısı yalıtımı özellikli bir taş.. Harici kullanımda sıva, boya gerektirmiyormuş. Modern mimaride kullanılan bu taşın tarihi yapılarda da kullanılmış olması yüzyıllardır kullanıldığını gösteriyor..
                              
 





Abdurrahman Gazi Türbesi de, Ahlat'ın değerlerinden biri.. İnanç turizmi açısından önemli yer tutuyor. Ahlat'ı fethetmekle görevlendirilen Abdurrahman Gazi burada şehit düşmüş. Şehit düştüğü yerdeki türbe, 1974 yılında kümbet olarak inşa edilmiş.





Yöre halkı tarafından kutsal kabul edilen türbe, özellikle yazın ziyaretçi akınına uğruyor.
Yalnız bizi şaşırtan Van Kalesi girişinde de bir Abdurrahman Gazi Türbesi'nin oluşu.



Ahlat her yönüyle gerçekten etkileyici bir kent. Umarım söylentiler boş çıkar.. Buraya yapılacak büyük bir inşaat, kentin kendine özgü mistik havasını bozar.. Yazık olur Ahlat'a.. Çok yazık olur...

Van Gölü  kıyısındaki son ziyaretimiz TATVAN'a...

      Tatvan, Bitlis'in ilçelerinden biri. Nüfus ve yüzölçümü bakımından Bitlis'ten daha büyük. Eskinin İpek Yolu üzerinde olması ilçeye büyük önem kazandırmış. Son derece hareketli, sahildeki kafeler, çay bahçeleri cıvıl cıvıl.... Batı sahillerindeki yaz akşamı görüntülerinden farksız...




  Kanuni  döneminde Zal Paşa tarafından buraya bir kale yaptırıldığı ve Kanuni'ye ithafen 'Taht-ı Van Kalesi' adı verildiği, bu nedenle de yöreye Tatvan denildiği söyleniyor.
Tatvan, demiryolu taşımacılığı bakımından önemli bir noktadadır.
Van'a feribot seferleri var.

   El-aman (Rahva) Kervansarayı Tatvan-Bitlis karayolu üzerinde.. Restore edilmiş, eğlence merkezi ve restoran olarak hizmet veriyor şimdi...



Bitlis'e doğru yola çıkarken, tekrar gelmek ümit ve dileğiyle, gözümüz arkada kalarak ayrılıyoruz yöreden...
       
   























































Ağrı- Iğdır - Van ve çevresi..

                  Yıllardır görmeyi arzuladığım bir bölge buralar.. Her yıl planlayıp, sonra çeşitli nedenlerle ertelediğimiz bu yöreye...