Anamur- Bozyazı-Aydıncık


     Anamur-Bozyazı-Aydıncık.. Bu üç güzel ilçeyi birbirinden ayırmak mümkün değil, bizim açımızdan.. İçlerinden birine gittiğimiz zaman, diğer ikisini birer gecelik de olsa ziyaret etmeden geçemeyiz.. Sanki alınacak, gücenecekler gibi gelir, bize.. Bizim gözümüzde üç kardeştir, onlar...
Hemen hemen her yaz, bazen  iki-üç kez uğradığımız bir yöre...

    ANAMUR
   
    Antalya'nın doğu yönündeki son ilçesi Gazipaşa'dan 80 km. uzaklıkta, Anamur.  Yolun 44. km.sinde yer alan Kaledran Köyü'nün içinden geçen akarsu, aynı zamanda Antalya ile Mersin il sınırı.  Üzerindeki köprünün bir yanı Yakacık-Antalya, diğer yanı Anıtlı-Mersin...



  Burası aynı zamanda muz cenneti.. Ne tarafa baksanız koca koca muz ağaçları, ağaçların üzerinde mevsimine göre ya muz çiçekleri veya muz hevenkleri görürsünüz. Bu kadar çok muz  başka yerlerde pek görülemez.
Muzun çiçekleri ve oluşumu da ilginçtir.





      Antalya-Mersin arasındaki otoyol inşaatı, yolun yer yer şantiye haline gelmesine yol açmış. Tünellerin bazıları geçişe açılmış. Uzunlukları 1,5-2 km.lere varan tünellerin birinden çıkarken diğerine giriliyor. Çok sayıda tünel de yapım ve proje aşamasında..
Böyle betonlarla, çelik bariyerlerle çevrili, tünellerle bölünmüş yolları sev-mi-yo-ruz.... Kıvrıla büküle giden, her dönüşte apayrı bir güzellikle burun buruna gelinen o eski yollarımızı arıyoruz.. Adım başı bir fotoğraf çekimi için, bir bardak su , bir kahve içimi için mola verdiğimiz yolları..  Pembe, kırmızı, beyaz zakkumlarla, yaban gülleriyle yan yana gidilen yolları.. Akdenizin maviliğinin bir görünüp, bir ağaçlar arasında kaybolduğu yolları.. yollarımızı..








Anamur, ülkemizin güneyinde, Taşeli Yarımadası'nın en uç noktasında. M.Ö. 12. Yy.da Hititliler tarafından kurulduğu söylenen Anamur'un ismi 'Anemurium' -rüzgarlı burun- kelimesinden geliyormuş.


Anamur Merkez, Antalya-Mersin karayolunun sol tarafında, yukarda. İskele'sinde denizle buluşulur. Anamur dendiğinde, yukardaki merkezden ziyade İskele akla gelir.
İskele'nin de akşamları halkın yürüyüş yaptığı, balık tutmak için vakit geçirdiği bir iskelesi vardı.  'Vardı' diyorum, çünkü geçen yıl geldiğimizde iskeleye girişin kapatılmış olduğunu gördük. Hatta halk kapatılan kısımda geçilebilecek kadar bir bölümü kesmiş, buradan geçiyordu. Bu yıl da iskelede inşaat var.. Tümüyle kapalı.
Kocaçay (Dragon Çayı ) buradan denize dökülüyor. Fakat kentin kenarından geçtiği için pek ilgi çekmiyor.


Sahil 18 km. uzunluğunda, kumsal... Bu ince kum, deniz kaplumbağalarının yumurtlama yeri.. 
  Bir kaç yıl önce bir gece, sahildeki şezlonglar üzerinde uzanıp dolunayı seyrederken, denizden bir karaltının çıkıp bize doğru geldiğini gördük. Yavuz alçak sesle;
'Korkma! Bu deniz kaplumbağası' dedi. Benim oturduğum şezlongun altına girmeye çalışan kaplumbağa nerdeyse 1 metre boyundaydı ve sanırım yumurtlamak için yer arıyordu.  Fakat burası yarın sabah denize girmek üzere gelenlerle dolacak, yumurtalar ezilebilecekti. Çevreden gelen bir kaç kişiyle birlikte kaplumbağayı daha güvenli bir yere taşımaya çalıştılar,  ama nafile. Ne yaptılarsa mümkün olmadı. Kumun içinde çırpınıyor, tozu dumana katıyordu. Sonunda o da vazgeçip tekrar denize döndü... Konuyu bilenler, tekrar gelip yumurtalarını bırakacağını söylediler..

Bir başka tarihte, aynı yerlerde yumurtadan çıkan kibrit kutusu büyüklüğünde minik yavruların denize kavuşmalarına yardımcı olduk. Belki bizim o gece tanıştığımız kaplumbağanın yavrularıydı, kimbilir...



 Deniz çakıllı, bu nedenle de berrak. Ancak iki metre kadar açıldığınızda derinleşiyor. Uzun süre yüzmeyi seviyorsanız... gerçekten doyulmaz...


Havanın açık olduğu günlerde Kıbrıs Adası'nı görebilirsiniz uzaklarda... Benim bir de anım var, bu konuda;
Kıbrıs'ı gezmenin çok gündemde olduğu günlerde ben de çok istemiştim, görmeyi. Anamur'a geldiğimiz bir gezimizde eşim;
  'Kıbrıs'ı görmeyi çok istiyorsun, değil mi?' diye sormuş, ben de heyecanla 'Evet.. Çok isterim..' demiştim. O da bana bu görüntüyü gösterip;
'İşte Kıbrıs.. Görmedim, deme..' demişti...



       Anamur'dan Mersin yönüne  doğru yola çıkalım.  6 km. sonra deniz kıyısında yükselen kale Mamure Kalesi. 4.Yy. da Romalılar tarafından yaptırılmış. 1300-1308 yıllarında Karamanoğlu Mahmut Bey tarafından ele geçirilen kale, mamur hale getirilmiş, adı da Mamuriye olmuş. Kale şimdi de uzun süredir restore ediliyor... (Restore edilirken kale duvarına takılan plastik çerçeve de üzerinde durulması gereken ayrı bir konu...)
















 Kalenin karşısında, yolun üst tarafında Mamure Hamamı'ndan ayakta kalanlar ....

                      

Anamurium Antik Kenti Anamur'a 6 km. Antalya yönünden girişte, şimdi Ören olarak gösterilen beldede.. Kentin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmiyormuş.






      İlk kez Anamur sahilinde rastladığım 'kum zambağı' (diğer adıyla deniz nergisi) güzelliği ve hafif fakat harika kokusuyla kendine hayran bırakmıştı beni. Hele kumların içinde yetişmesi inanılmaz gelmişti.

 Daha sonra Bartın- İnkumu plajlarında tellerle çevrili bir alanda koruma altına alındığını görünce şaşırdım. Çünkü, Karadeniz'den Akdeniz'e, Ege'ye kadar tüm sahillerde tarlalar halinde gördük. Antakya'nın Samandağ sahillerinde  ise çöp döküm alanında çöplerden çok kum zambağı açmıştı..

Anamur-Ermenek karayolunun 15. km.sinde, Dragon (Kocaçay) Çayı üzerindeki Alaköprü.
14. Yy.da yapıldığı tahmin edilmekte ve halen kullanılmakta..


Kocaçay kenarında çok güzel piknik yerleri, mesire yerleri var. Sıcak yaz günlerinde çayın serinliği ve efil efil esen rüzgar insanı rahatlatır.. Belleğimizde böyle kalan Alaköprü'ye gittik, yine.. Ne yazık ki o güzelim yerler terkedilmiş.. Nedenine gelince yakınına Hidroelektrik Santrali inşa edilmekte..  Her dakika hafriyat kamyonları, beton mikserleri birer canavar gibi karşınızda.. Toz toprak her yer..
Neden diyoruz, neden bu denli meraklıyız doğayı katletmeye, betona çevirmeye? Görüp çok beğendiğimiz bir yeri kısa süre sonra tekrar görmek istediğimizde bıraktığımız gibi, aklımızda kaldığı gibi bulamamak üzüyor bizi....



  
            Alaköprü civarındaki bu ferahlık veren görüntüler yok, artık...


Alaköprü .. Issız.. Kaderine terkedilmiş.. Bunca yıldır ayakta kalmayı başarmış ama.. Şimdi yapayalnız bırakılmış...








Yıllar önce Anamur'a 9 km. uzaklıktaki Köşekbükü Mağarasını gezmek üzere yola çıktık. Mağaraya az bir mesafe kala yol üzerine boylu boyunca uzanmış kara kabusumla ( simsiyah kocaman bir yılanla) burun buruna geldik. Tabii beni hiç bir kuvvet mağaraya sokamazdı, artık.. Sonuçta her yaz, bazen iki-üç kez geldiğimiz Anamur'da, bir kere daha 'mağara' sözünü ağzıma almadım.
Mağaranın 20.000 yıllık bir oluşum olduğunu duydum.

Anamur 'muzun başkenti' olarak bilinir ama, çileği de son yıllarda muzla yarışır halde.. Anamur muzu küçüktür, fakat mis kokulu ve çok lezzetlidir. Anamur'da, özellikle de yol kenarlarında  çokça 'hediyelik muz' tabelası görürsünüz. Aslında 'görürdünüz' desem daha doğru olacak. Çünkü yeni yollar nedeniyle son bir kaçı kalmış, şimdilik. Yapım tamamlandığında hiç biri olmayacak, belki.. 



  Bu arada, sözkonusu yöreye nisan ayı gibi yolunuz düşerse, yol kenarlarında dalları yerlere uzanmış kara dut ağaçları sizi bekliyor. Ellerinizin, üstünüzün-başınızın boyanmasına aldırış etmeden doyasıya yiyin.. Daha sonra da malta eriği, diğer adıyla yeni dünya ağaçları sapsarı meyvelerini ikram edecekler, size...
Yörede bolca yetişen bir başka ürün de keçiboynuzu.. Harnup da denilen bu meyvenin pekmezi kavanozlarda satışa sunuluyor...








BOZYAZI
Anamur'la Bozyazı sahilden birbirlerini izleyen, akşamları ışıklarıyla selamlaşan iki yerleşim yeri. Aralarındaki uzaklık sadece 18 km.  Daha önce de belirttiğim gibi yolumuz Anamur'a düştüyse mutlaka ve mutlaka Bozyazı da bulunur programımızda.. Hatta burayı daha çok severiz, diyebilirim. Daha sakindir, dingindir..

Antik çağda Nagidos adıyla bilinirmiş, Bozyazı. M.Ö. 5. Yy.da bugün Paşabeleni olarak adlandırılan tepede kurulmuş. 'Çorak düzlük' anlamında Bozova, daha sonra da Bozyazı adını alan kent bu gün yemyeşil, ağaçlarla süslü..





 Bozyazı'nın merkezi burasıydı, ilk geldiğimizde.. (En az 22 yıl önce) Şimdi de aynen duruyor.


Eski Bozyazı'nın merkezi kabul edilen ve 'Mağaza' denilen sokak bugün terkedilmiş durumda..




 Merkez Camii farklı mimarisiyle göze çarpıyor. Caminin projesi Ankara Eski Belediye Başkanlarından merhum Vedat Dalokay tarafından çizilmiş..








Bozyazı'da uzun süre kaldığımız zamanlarda,  akşamları Anamur'a gezmeye gideriz. Ama konaklamak için tercihimiz yine Bozyazı olur.

Kenti ikiye ayıran Sini Çayı balık tutma sevdalılarının gözde yeri. Özellikle akşam üstleri çay kenarı sıra sıra oltalarla dolar.. Kadın-erkek-çocuk, çoğunlukla pek bir şey tutamasalar da oltaları atar, gözleri oltanın ucunda beklerler...








Sini Çayı üzerindeki tarihi köprüden sadece küçük bir bölüm görülebiliyor. Taşların çayın suları altında olduğu söyleniyor. Köprünün karşısına gelen yerde de bir kapı var ama, köprüyle ilişkisi veya yapılış tarihi konusunda bir bilgiye ulaşamadık.



Bir kaç yıl öncesine kadar 200 metre uzaklıktaki ada ile bağlantısı vardı, Bozyazı'nın... Nagidos Adası..






          Adanın karayla bağlantısı 'ada üzerindeki tarihi kalıntıların korunması' amacıyla değil, 'caretta carettaların geçiş yolunu kapattığı' için kaldırılmış.Yüzme konusunda kendinize güveniniz varsa adaya yüzebilirsiniz...
25 km. olarak belirtilen sahil geniş kumsal.. Gerçekten Akdeniz'in sayılı güzelliklerinden...
Adanın karşısındaki kayalıklar ve deniz bir başka güzelliği Bozyazı'nın...



Cuma günleri pazar kurulur, Bozyazı'da.. Evvelce açıkta olan pazar, şimdi kapalı pazar yerinde.. Satıcıların çoğunluğu yakın köylerden gelen, kendi bahçesinde yetiştirdiği az miktarda sebze- meyveyi pazarlayan kadınlar.. Tezgahlarında iki-üç demet maydanoz, yarım kg. kadar biber, mevsimine göre az miktarda armut, elma, şeftali gibi meyveler.. Bazısında tereyağı, nohut.. Hem sohbet eder, hem ürünlerini satarlar... Pazara girdiğinizde ilk hissedeceğiniz yüksek frekanslı çok sayıda kadın sesi olacaktır... Alıcının da satıcının da çoğunlukla kadın olduğu yerde bu kaçınılmazdır, zaten...






Fotoğrafları çekerken 'Beni niye çekmiyorsun?' diye sitem eden Nuriye Hanımla...


Küçük yerleşim yerlerinin çoğunda olduğu gibi, eski adetler, gelenekler Bozyazı'da da sürdürülüyor. Aşure ayı geldiğinde Belediye tüm halka aşure ikram ediyor. Geçen yıl bizim de bu ikramdan tatma şansımız oldu..


Bozyazı'dan Mersin yönüne gidişte 10 km. sonra  'Fidik' denilen tepenin üzerinde bir kale göreceksiniz. Softa Kalesi..  Kalenin eski Bozyazı yerleşimi ile arasında 6-7 km. lik bir tünelle bağlantısı olduğu söyleniyor. Kale dış ve iç kale olarak iki dizi surdan oluşuyor.




 Üçüncü  kardeş;  AYDINCIK
   
        Bozyazı'dan Aydıncık'a gelirken yol biraz virajlı... Ama daha önce de belirttiğim gibi, her dönemeçte maviliğiyle ayrı bir Akdeniz çıkıyor karşınıza.. Yol kenarındaki çam ormanları yanmadan evvel, bu maviliğe bir de yeşillik eşlik ediyordu.. Maalesef o güzelim ormanlar dikkatsizlik yüzünden yokoldu..


      Aydıncık'a 8 km. kala Soğuksu Çayı'nın denizle buluştuğu yerde tatlı ve tuzlu su Soğuksu Koyu'nda karışırlar... Yazın o kavurucu sıcak günlerinde suyun getirdiği serinlik ferahlatır. Denize girerseniz, duşunuzu Soğuksu'da alırsınız. Adı gibi soğuktur ama, girdikten sonra çıkmak istemezsiniz..






   
   
       Aydıncık, antik çağda Celenderis-Kelenderis- Gilindire gibi isimlerle biliniyor. Yapılan araştırmalarda kent tarihinin Hititlilere kadar uzandığı tespit edilmiş..
  Uzun yıllar Gülnar'a bağlı iken 1987 yılında ilçe statüsü kazanmış.







 Uzaktan bakıldığında seralardan ibaretmiş gibi görünen Aydıncık, dağlarla deniz arasında konumlanmış.
       
Tarihle içiçe yaşayan Aydıncık'ta kazılar yıllardır sürüyor..


     'Dört  Ayak Mezar Anıtı' (Cenotaph)  merkezde.. 8 metre yüksekliğindeki anıtın 2. Yy.da yapıldığı sanılıyormuş. Aslında mezarın boş olduğunu, başka bir yere gömülen bir kişinin anısına yapıldığını öğrendik. Çevresi tel örgüyle çevrilen anıt, yakınlarına inşa edilen çok katlı binaların arasında sıkışmış durumda...


     Gelelim Aydıncık'ın bizi ilgilendiren güzelliklerine..
   Denize girilebilecek geniş bir sahili var Aydıncık'ın.. Mersin yönünde yol üzerinde İncekum adıyla bilinen üç ayrı kumsalı var. Birincisi hemen yol kenarında..





İkincisi.. ki bizim en çok hoşumuza giden, rahat ettiğimiz (tabi gecenin bir saati gürültüyle gelip, müziği sonuna dek açan, alkol alıp rahatsız edenler olmadığı sürece) kumsal.. Palmiyeler dışında ağaçlar yeni dikilmiş olduğundan gölgeleri de yetersiz. Şimdilik kameriyelerle yetiniliyor..







 Üçüncüsü, 'Tabiat Parkı' adıyla düzenlenmiş mesire yerinin küçük koyu.. Burası ağaçlık..
  







   









Her üç plajda da duşlar, soyunma kabinleri ve tuvalet mevcut.
   Plajlar deniz kenarından yaya yolu ile birbirine bağlanıyor. Bu yol üzerindeki yapay şelale renkli ışıkları ile ayrı bir güzellik veriyordu, buraya.. Yalnız bu yıl ne suları akıyor, ne ışıkları yanıyor..






Aydıncık'ı tepelerden seyretmek isterseniz Taşmasa adıyla anılan seyir tepesine çıkmanız yeterli.. Biz sabah erken saatte çıkıp kahvaltımızı orada yaptık. Gerçekten hem serin, hem manzaraya doyulmuyor..

Aydıncık'ın da bir deresi var... Köşk Deresi.. Derenin denize ulaştığı yer burası...

Yosunlarla kaplanmış su, sivrisinek üretim merkezi olarak hizmet veriyor, yıllardır..


          Doğu Akdeniz sahillerinin bir başka meyvesi de 'kaktüs inciri'.. Frenk yemişi, Hint inciri de denen bu meyve mayıs ayında rengarenk çiçekleriyle göz doldurur. Eylül- ekim aylarında da meyve verir. Son derece şifalı olarak bilinen meyve lezzetli olduğu kadar dikenli oluşuyla da dikkatli olunmazsa can yakar.


 Görmeyi çok istediğim Gilindire Mağarasını gezdik.. Mağaranın sonundaki durgun gölün ayna gibi yansımalar göstermesi sonucu Aynalıgöl Mağarası olarak tanınıyor. Aydıncık-Silifke karayolunun 7.km.sinden 3 km. kadar içerde. 2014 yılında ziyarete açılmış.

        Gişe görevlisi ( bizi yaşlı görmüş olacak ki..) mağarayı gezmek için inişli-çıkışlı 555 basamak merdivenden söz edince, bir an tereddüt ettik, biz de.. Sonra, 'gidebildiğimiz yere kadar gideriz.' deyip başladık merdivenleri inmeye...

         Mağaranın girişi dik bir kayalığın yamacında ve denize açılıyor.



       İçeri adım attığımız anda bütün endişemiz siliniverdi. Şimdiye kadar gördüğümüz Bulak, Ballıca, Dupnisa, Damlataş gibi diğer mağaralardan çok farklı, tek kelimeyle bir doğa harikasıydı, karşımızdaki görüntü. Güzel aydınlatılmış, yürüyüş parkuru insanı yormayacak şekilde, tehlikesiz olarak düzenlenmiş.















Biraz daha, biraz daha derken son nokta olan göle kadar ulaştık.  Burada görevliler gezenleri mağara hakkında bilgilendiriyor. Sarkıt, dikit ve akma taş denilen oluşumların 30 milyon yıl gibi bir zamanda meydana geldiğini öğrenmek insanı etkiliyor. Gölün derinliği 47 metre olarak saptanmış. İlginç olan bir başka nokta da göl suyunun ilk 10 metresinin tatlı, sonrasının tuzlu oluşu..

Yalnızca göl çevresi yeteri kadar ışıklandırılmamış olduğundan ayna misali yansımalar pek belirgin değildi.

  Sonuç olarak hayran kaldığımız mağaranın üzerimizde yarattığı olumlu etki nedeniyle olsa gerek hiç bir yorgunluk hissetmedik. (20 lik gençler gibi yeniden çıkış merdivenlerini tırmandık..)

Mağaranın nemli havası bizi sırılsıklam etti, tabii.. Çıkar çıkmaz duş alarak serinledik ve bu eşsiz güzelliği konuşmaya başladık.



Mersin yönüne yolu düşeceklerin mutlaka görmelerini önereceğimiz bir doğa anıtı, Gilindire (Aynalıgöl) Mağarası....












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ağrı- Iğdır - Van ve çevresi..

                  Yıllardır görmeyi arzuladığım bir bölge buralar.. Her yıl planlayıp, sonra çeşitli nedenlerle ertelediğimiz bu yöreye...