Anadolu'nun bağrında üç güzel kent... Elazığ- Erzincan-Erzurum...


        
                      ELAZIĞ

       'Çayda çıra yanıyor...
                             Yanıp yanıp sönüyor...'

     Folklorumuzda önemli yeri olan bu türküyü ve oyunu bilmeyen yoktur, sanırım.

     Fırat kıyısında kurulan bir düğünde, gelin nehrin sularına kapılıyor. Bunun üzerine davetliler, ellerinde çıralarla sularda gelini aramaya çıkıyorlar. Bir yandan da ağıt yakıyorlar.. Bu olay zaman içinde oyunlaşarak, folklordaki yerini alıyor..





     Doğu Anadolu Bölgesi'nin güneyinde, deniz seviyesinden 1067 metre yüksekte kurulmuş bir kentimiz, Elazığ. Adı 1937 de Atatürk'ün teklifiyle 'azık şehri' anlamında 'Elazık' olmuş. Daha sonraları Elazığ'a dönüşmüş. Tarihi çok eskilere dayanıyor kentin.

     HARPUT

          'Kar mı yağmış, şu Harput'un başına..
                           Kurban olam toprağına, taşına...'

     Bizim için Elazığ demek, Harput demektir. Harput, 'Taş Kale' anlamına geliyormuş.  Merkeze sadece 7 km. uzaklıktaki Harput, Elazığ'ı yukarıdan gören, Harput Platosu adı verilen  200 metre yükseklikte bir tepe üzerinde yer alıyor. 4000 yıllık bir geçmişe sahip olduğu söyleniyor.
    Camileri, türbeleri, kalesi, kilisesi ile dinler tarihi açısından zengin anıtlar barındırıyor.



          Harput'tan baktığınızda Elazığ....

Elazığ'ın gece görünümü de bir başka güzel..


 Buram buram tarih kokan Harput'a çıkarken ilk gözünüze çarpan Balak Gazi Anıtı olacaktır. Tepede, en uç noktaya yerleştirilmiş. Sanki 'Tüm Elazığ benim' der gibi..
Yalnız anıtın altına yapılan kafe biraz anlamsız, bizce.. Hele gölgelikleri açtıkları zaman heykel görülemez oluyor.
  (Balak Gazi,  Büyük Selçuklu Sultanı tarafından 'Müslüman Ordular Başkumandanı' ünvanı verilmiş Harput Hükümdarı.)



Taa uzaklardan ülkemizin sayılı büyük barajlarından olan Keban Barajı Gölü görünüyor. Baraj, Fırat Nehri üzerine 1965-1975 yılları arasında, elektrik üretimi amacıyla yapılmış.


Harput Kalesi M.Ö. 8. Yy.da Urartular tarafından yapılmış.



Bir söylentiye göre, kale yapımı sürerken büyük bir su kıtlığı yaşanmış. Bunun yanısıra koyun ve ineklerin sütlerinde bolluk görülmüş.. Zamanın hükümdarının emriyle harç yapımında süt kullanılmış. Bu nedenle kaleye 'Süt Kalesi' adı verilmiş. Yenileme çalışmaları sürüyor.


Kaleden şöyle bir Harput'a bakıyoruz..


Eğri minaresiyle dikkat çeken Ulu Cami 1156 yılında yapılmış. Minare, İtalya'daki Pisa Kulesinden daha eğik durumda. Halk bu eğiklik için de gizemli bir öykü yaratmış;
Bir Kadir Gecesi'nde, caminin bahçesinde oturanlar gece yarısından sonra minarenin secde ettiğine tanık olmuşlar.. Ve minare öylece kalmış.




Caminin bahçesinde, mezarların arasında mangal yakanları, piknik yapanları görünce canımız sıkıldı.
Kurşunlu Cami 1738-1739 yıllarında yapılmış, yine  o yıllarda dikilmiş bir ulu çınar ağacının gölgesine sığınmış.



Alacalı Cami (1203-1204) Artuklular tarafından yaptırılmış. Balakgazi Parkı yakınındaki cami, minaresinde kullanılan siyah-beyaz kesme taşlardan dolayı bu isimle anılıyormuş.



    Hoca Hasan Hamamı (1634) büyük bölümü yıkılmış olarak günümüze ulaşmış. Kim tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmiyor.


Cemşit Bey Hamamı da 16. Yy. da yapılmış.. Halen hizmet veriyor. Tabii restore edilmiş halde..

Mansur Baba Türbesi ...
İlginç bir hikayesi var. Söylentiye göre, bir kadının gördüğü rüya üzerine yapılan kazıda büyük bir lahit bulunmuş. Açıldığında içinde bir kadın, bir erkek, iki de çocuk mezarının bulunduğu görülmüş. Erkeğin mezarında çürümemiş bir cesetle karşılaşılmış. Üzerine türbe yapılmasına karar verilmiş.

Arap Baba Türbesi, Harput'un en çok bilinen yeri. 75x90 ölçülerinde bir kapıdan eğilerek girilen türbe, erenlerden sayılan ve gerçek adı Yusuf olan Arap Baba'ya ait. Yapılan incelemelerde 700 yıldır çürümeden kalan bedenin (Mansur Baba da olduğu gibi) mutlaka mumyalanmış olduğu belirtilmiş. Daha önceleri ziyaretçilere açılıp gösterilen naaş şimdi koruma amacıyla cam bir sandık içine alınmış.


Harput'ta Nadir Baba, Tesbihli Baba, Murat baba, Fethi Ahmet Baba Türbesi gibi çok sayıda türbe var. Anlatılanlara göre bu türbelerdeki naaşların yüz yıllar sonra bile bozulmamış olduğu...

   Camileri, türbeleri olduğu gibi kiliseleri de var, Harput'un..  19. Yy. da yapılmış olan halk arasında 'Kızıl Kilise' olarak bilinen Surp Garabed Kilisesi bunlardan biri.. Sadece bir duvarı tam olarak ayakta kalabilmiş kilisenin. Diğer duvarlarından biri tamamen, ikisi de kısmen yıkılmış durumda.
       

Harput'ta kilise olduğunu öğrendiğimizden beri arayıp durduk. Tabelalardan yola çıkarak ilerlediğimizde, kale duvarının dibine kadar ulaşıp, kiliseyi bulamadık bir türlü.. Sonra öğrendik ki kiliseye nerdeyse sürünerek geçilebilecek küçük bir dehlizden giriliyormuş. Kilisenin yağmacılardan korunması amacıyla böyle bir önlem alınmış olmalı..

Meryem Ana Kilisesi 1800 yıllık, Anadolu'nun en eski kiliselerinden biriymiş. Kalenin hemen yanında, yüksek bir kayanın üzerinde.. Yapılışında buranın bir manastır olduğu, yıkılan manastırdan kilisenin sağlam kalabildiği söyleniyor.

Maalesef kiliseyi görme şansımız olmadı. 15 Ağustos günlerinde, ayinler için açılıyormuş. Zaten o küçücük yerden geçip girmemiz de mümkün değildi.



Harput'ta tarihi 1830 yıllarına dayanan bir konağın onarılmasıyla oluşturulan Şefik Gül Kültür Evi, bir müze ev... ve gerçekten görülesi bir mekan.. Elazığ ve Harput kültüründen eşyalar, kıyafetler, ev yerleşimi sergilenmekte...

Daha bahçe kapısından girerken, kendini bambaşka bir zamandaymış gibi  hissediyor insan..








Harput'a gitmeden önce, gezilecek nereleri olduğunu araştırırken Buzluk Mağaraları  ilgimi çekmişti.  Bir an evvel gidip görmek istedim.


Kayalar arasından geçerek ulaştığımız mağara girişinde kalakaldık.



Derinliği 150-200 metre civarında olan bu mağaraya buradan, dar bir merdivenle iniliyor. İçerisi karanlık... Tabii ki göremeden ayrılmak zorunda kaldık.
Mağaranın uzunluğu 110 metre, genişliği 50 metre imiş.
Mağaranın  ilginç bir özelliği; jeomorfolojik yapısı nedeniyle yazın soğuk olduğundan buz oluşur, kışın yer altı hava akımları sonucu sıcak olduğundan, buz oluşmazmış.
Eski dönemlerde, yazın sıcak günlerinde bu mağaralardan alınan buzlar, Harput'ta satılırmış.

              Türk halkının misafirperverliği ünlüdür ya.. Mağarayı görmeye gittiğimizde, 40 lı yaşlarda bir çift yanlarında oğullarıyla küçük bir ağacın gölgesine sığınmış, kahvaltı ediyorlardı. Selamlaştık. Nereden geldiğimizi sordular. İzmir olduğunu duyunca, 'Ooo.. Ta oralardan gelmişsiniz. Sizi misafir etmeden göndermek bize yakışmaz. İlle bu gün bizim misafirimiz olacaksınız.' demeye başladılar.. Ne kadar karavanımızda her şeyin olduğunu, bir sıkıntımız olmadığını anlatmaya çalıştıksa da; ısrarla 'Katiyen olmaz.' deyip, başka bir şey demiyorlardı. Biz de 'Mağaraya gidip-gelelim, bir bardak çayınızı içer, konuşuruz.' dedik. Mağaranın girişini göstermek için çocuklarını da yanımıza  kattılar. Mağaranın durumunu görüp, fotoğraflamaya uğraşırken, çocuk da yanımızdan ayrıldı. En fazla on dakika oyalandıktan sonra, 'Gidelim, bir çift laf eder, çaylarını içeriz..' diyerek geri döndüğümüzde; Sürpriz!.. Bizi nerdeyse, 'Ölümüzü görün, gelmezseniz..'e varan bir ısrarla davet eden aileden eser yoktu. O kadarcık zaman içinde nasıl toplanıp gittiklerine hala akıl erdiremiyoruz..
Bu da bizim için esprili bir anı oldu.

Harput'un mistik yapısına uymayan bu binanın yapılış nedenini anlamış değilim, maalesef..


                  
                            HAZAR GÖLÜ

   Elazığ il merkezine 26 km. uzaklıktaki Sivrice İlçesi sınırları içinde yer alan Hazar Gölü tektonik bir göl. Denizden yüksekliği 1248 metre olan gölün, derinliği tam olarak bilinmese de 150-200 metreye ulaştığı söyleniyor.
   Çevresindeki plajları, mesire yerleri, çeşitli kuruluşlara ait kamp alanları, sosyal tesisler ile civar yerleşimlerin gözde tatil yeri. Suyu oldukça berrak ve sodalı... Yüzmeye ve su sporlarına uygun... Hatta balık bile tutabilirsiniz...
  




   Göle paralel uzanan karayolunu izleyerek 50 km. civarında olan göl çevresi dolaşılabiliyor. Yolun bir bölümü demiryolu ile yan yana.. O kadar yakın ki, tesadüf ederseniz nerdeyse trendekilerle el sıkışma şansınız olacak...






      Batık Şehir
   Gölde Tavşanlı Ada, Taşlı Ada, Adatepe Adası gibi irili-ufaklı adalar var. Bunlar içinde Kilise Adası, yakınındaki 'Batık Şehir' ile dikkat çekiyor.

 Batık Şehir, göl üzerindeki bir adaya kurulmuş 'Dzovk/ Gölcük' adlı 60 haneli bir Ermeni köyü imiş. Adanın en yüksek tepesine de 'Surp Nişan' adı verilen kilise inşa edilmiş. Çevre köylerden özellikle 15 Ağustos ayinlerine sandallarla gelirlermiş.
   Gölün sularının yükselmesiyle köy tamamen sular altında kalmış. Kilise bir süre daha gölün ortasında kaldıktan sonra,  harabe haline gelmiş ve daha fazla direnemeyip yıkılmış, sulara gömülmüş. Şimdi suların çekildiği yaz aylarında kalıntılarını su yüzeyinde görmek mümkün...

            Göl çevresi yazlık sitelerle dolu .. Ege kıyılarını aratmıyor, desem yeridir.



Hazar Gölü kıyısında dostlarla geçirilen keyifli bir günden..

Gölden bir gün batımı..



ÇIRÇIR ŞELALESİ
Elazığ'ın Keban İlçesi'ndeki Çırçır Şelalesi, Keban Baraj Gölü sularının, yani Fırat'ın sularının bir çok yerden dökülmesiyle oluşmuş, yapay bir şelale. Döküldüğü yerler et ve balık restoranlarınca istila edilmiş durumda.

Şelale yakınında alabalık üretim tesisleri var.





Fırat Köprüsü...




  Yöre şivesinden bir kaç örnek;
  
    Tump              : İki tarla arasındaki sınır
    Mişere            : Bitki, çiçek
    Yarennik        : Şaka
    Pırçikli           : Havuç
    Gişi                : Koca, eş
    Dönbek          : Darbuka
    Yalavuz          : Yalnız
    Zugağ            : Sokak
    Dındik            : Çıra

        Elazığ'a kına gecelerinde söylenen 'Gelin Ağlatma' havasıyla veda edelim.. Her ne kadar şimdilerde ağlayan gelin pek kalmadıysa da...

              'Kınayı getir aney..
                          Parmagı batır aney...
                                 Bu gece misafirem,
                                       Goynunda yatır aney... '

      Vee 'Gakko'lar diyarına veda ediyoruz....

          
          
                       ERZİNCAN

         Erzincan denince hemen aklıma Ahmet Muhip Dranas'ın 'Fahriye Abla' şiiri gelir...

      'Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
       En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya..
       Bilmem hala bu ilk kocanda mısın,
       Hala dağları karlı Erzincan'da mısın?'

   Gerçekten de Erzincan çevresindeki dağların zirveleri  yılın büyük bölümünde bembeyaz karlarla kaplıdır.







  Tarihi 'İpek Yolu' üzerinde bulunan Erzincan'ın tarihi M.Ö. 2600 yıllarına dayanıyormuş. Aktif bir deprem kuşağı üzerinde kurulmuş olan kent yıkıcı depremlere maruz kalmış. Özellikle 1939 ve 1992 depremleri maddi ve manevi çok hasar vermiş, yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesine yol açmış... Bu yüzden günümüz Erzincan'ında çok katlı bina görülmüyor..


 
       Erzincan'ın tarihi değerleri ilçelerinde yer alıyor. Mama Hatun Türbesi Kervansarayı Tercan İlçesinde, Melik Gazi Türbesi ve Gülabibey Camii Kemah İlçesinde... Abrenk Kilisesi Tercan'ın Üçpınar Köyündedir..

             Mama Hatun Kervansarayı. Yıllardır onarımda.





Melik Gazi Türbesi ve Kemah Kalesi.



   Erzincan'a ilk gittiğimiz 1995 yılında, karavanımızı 35 plakalı gören bir polis memuru tarafından durdurulduk. Merak ettiğini, sohbet amaçlı durdurduğunu belirten memur; 'Terzi Baba'yı ziyaret ettiniz mi?' diye sordu. Biz de adını ilk kez duyduğumuzu söyleyince, 'Buraya tayin olmayı istemiyorsanız, mutlaka Terzi Baba'yı ziyaret etmelisiniz. Yoksa kesinlikle buraya görevli gelirsiniz.' dedi.

Biz de hemen yolu öğrenip ziyarete gittik. Biz emekliydik, bizim için sorun yoktu ama oğlumuz daha çok yolun başındaydı.
İşin ilginç yönü; oğlumuz çalışmaya başladıktan sonra iki yıl Erzincan çevresinde görev yaptı. Şimdi de Erzincan'a tayin olması için dua eder olduk...
    
Terzi Baba, Erzincan'ın manevi değerlerinden.. Asıl adı Muhammed Vehbi imiş. Temel dini bilgiler tahsilinden sonra anne ve babasının bir sanat edinmesi arzusu ve ısrarları sonucu terzilik öğrenmiş. Bu nedenle de Terzi Baba namıyla tanınmış. Şimdi türbesinin bulunduğu mezarlık Terzi Baba Mezarlığı olarak isimlendirilmiş.




Terzi Baba adı verilen cami, kent merkezinde...

Din bilginlerinden Muhammed Sami Erzincani (1848-1912) Dergahı ve türbesi Terzi Baba Mezarlığı yolu üzerinde...



Yöre halkının uğrak yerlerinden biri. . Ekşisu  Mesire Alanı.




Merkeze 11 km. uzaklıkta, Erzincan- Erzurum karayolu üzerinde. Doğal bir maden suyu kaynağının çevresinde. Böğert adıyla şişelenen maden suyunu burada çeşmelerden içebiliyorsunuz. Safra, mide ve bağırsak hastalıklarına iyi geldiği belirtilmiş.


Oyun  ve piknik alanları, yüzme havuzu, yürüyüş parkurları, kafeteryaları, yöresel yemekleriyle restoranları ve tertemiz havasıyla 'Ooohh!' denilebilecek bir yer.. O yüzden hafta sonları oldukça kalabalık ve yoğun duman oluyor.






Ekşisu Mesire Alanında özellikle gençlerin rağbet ettiği  yüzme havuzu yanında küçük bir kafe hizmet veriyor..


Horhor Havuzu olarak adlandırılan havuzun bir çok rahatsızlığa şifa olduğu söyleniyor.


Erzincan denince bakırcılık gelir akla...
 Erzincan'ın bakır işçiliği tarihi çok eskilere dayanıyor. Eskiden dövme bakırcılık varken, sonraları alüminyum ve plastiğin kullanılmaya başlamasıyla talep azalmış, dövme bakırcılık önemini kaybetmiş. Bakır el işçiliği ön plana çıkmış. Kentin merkezini kocaman bir bakır ibrik süslüyor.



Önceleri bakır üzerine kalemle yapılan el işlemeciliği şimdi makinelerle seri olarak yapılıyor. Stilize lale, yaprak, selvi motifleriyle süslü vazolar, tepsiler , çay-kahve takımları, şekerlikler, semaverler ve daha çok çeşitli objeler merkezdeki 'Bakırcılar Çarşısı'nda alıcılarıyla buluşuyor. Hepsi birbirinden güzel... 'Al beni!' diye bağırıyor. Karşı koymak zor...




Bu kahve fincanı takımı bugün evimizde bir köşeyi süslüyor...


Erzincan'ın doğal güzelliği GİRLEVİK ŞELALESİ.

Kente yaklaşık 35 km. uzaklıkta. Çağlayan Beldesi içinde. Dokuz ayrı yerden kaynayan suyun bir dere yatağında birleşerek, 30 metre yükseklikten üç kademe halinde dökülmesiyle oluşan şelale gözünüzü alamayacağınız bir güzellik sergiliyor. Şelale civarı mesire alanı olarak düzenlenmiş.






Artık 'Dadaşlar Diyarı'na  doğru yola çıkma zamanı... 

ERZURUM

'Erzurum çarşı pazar...
           İçinde bir kız gezer....'

    Denizden 1860 metre yüksekte, tarihi çok eskilere dayanan bir ilimiz Erzurum... İlk kuruluşu 408-450 yıllarına  kadar iniyormuş. Doğu Romalılar tarafından kurulan kentin o zamanki adı Teodosiopolis'miş. Selçuklular Arzan al-Rum adını kullanmış. Bu günkü Erzurum adının bu kökenden geldiği söyleniyor.


Erzurum'un her taşında bir tarih var sanki.. Medreseleri, kalesi, eski camileri, kümbetleri hep birer tarih hazinesi niteliğinde...
Karavanımızı uygun bir yere park edip, hemen gezmeye çıktık kenti..

YAKUTİYE MEDRESESİ

        Her ilde olduğu gibi, buranın da en büyük, en hareketli yeri Cumhuriyet Caddesi. Yakutiye Medresesi de bu cadde üzerinde. 1310 da yapılmış. Minarelerinden biri yıkılmış olsa da, günümüze iyi durumda ulaşabilmiş. Kapı süslemeleri  ve minare dikkat çekici güzellikte. (Kapılar hep kilitli olduğundan içeriyi görme şansımız olamıyor.)




                        


LALA MUSTAFA PAŞA CAMİİ
Erzurum'un tarihi camilerinden biri.. Lala Mustafa Paşa Camii.. Yakutiye Medresesi'nin hemen arkasındaki havuzlu meydanda.. Kentte Osmanlı tarafından yaptırılan ilk camilerden. Yapılış tarihi 1562.

          Yakutiye Medresesi'nin bir kaç yüz metre ilerisinde, Caferiye Camii görülüyor. Yapım tarihi 1645.
                      
     Caddede ilerlerken hemen yol üzerindeki kümbet Cimcime Hatun Kümbeti . 14. Yy.da yapıldığı tahmin edilen kümbetteki çalışmalarda altında bir mezar odası ve iki mezar bulunmuş. Ancak mezarların kimlere ait olduğu saptanamamış.


ULU CAMİ  (ATABEY CAMİİ)
            Erzurum'un görülmesi gereken tarihi değerlerinin büyük bölümü Cumhuriyet Caddesi üzerinde.. Bu yüzden gezmek fazla yorucu olmuyor..
     Ulu (Atabey) Camii de aynı caddede. Çifte Minareli Medrese ile arasından sadece bir cadde geçiyor. 1179 da yapılan cami, kentin en eski ve en büyük yapılarından biri.  1639 ve 1826 yıllarında onarım görmüş. Son olarak da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1957-1964 yılları arasında onarılmış. Dolayısıyla günümüze ilk yapıldığı günkü haliyle ulaşamamış.


Caminin büyüklüğü , sadece 4500 kişilik olmasıyla sınırlı değilmiş. Birbirinden farklı beş ayrı kapısı var. Bizi, öğrendiğimizde en çok şaşırtan özelliği de cami içindeki 40 sütunun aynı hizada olmayıp birbirlerinden 15 er santim ileride oluşlarıydı. Bu dizayn sütunlara çarpan sesin yankılanarak caminin her yanına ulaşabilmesini sağlıyormuş. Ayrıca yükün dağılımı ve olası bir deprem anında güçlü ve dayanıklı olması hesaplanmış.
Caminin tam ortasındaki kubbe ise sesi on misli artırıyormuş. Tüm bunların o tarihlerdeki teknoloji ile yapılması gerçekten şaşırtıcı.



 Caminin duvarına yaslanmış çeşme ve hemen bitişiğinde Pabuççuzade Türbesi. Erzurum'da uzun süre kadılık yapmış, halk tarafından çok sevilmiş bir muhterem kişiye aitmiş.



ÇİFTE MİNARELİ (HATUNİYE) MEDRESESİ
    Erzurum'un simgesi halindeki Çifte Minareli Medrese, diğer adıyla Hatuniye Medresesi. 13. Yy.ın sonlarında yapıldığı sanılıyor. Önceki gelişlerimizde hep onarımda olan medreseyi bu defa gezme fırsatı bulduk, nihayet.


                             


       Taç kapısındaki motifler taş oyma işçiliğinin mükemmel seviyede olduğunun göstergesi..




Açık avlunun iki yanında öğrenci ve öğretmen odaları sıralanmış.




Girişin tam karşısına rastlayan kümbet Anadolu'daki en büyük kümbet olma özelliğinde. Kümbetin altındaki mezarın kime ait olduğu konusunda bir bilgi yok.





Bu arada medresenin  hazin öyküsünü öğrendik.
Dikkatle bakılacak olursa minarelerin birbirine benzemediği ve tamamlanmadığı görülüyor. Minare ustası ve çırağı minareleri yapmaya başlamışlar. Biri bir minarede, öteki diğerinde çalışıyormuş. Günler geçtikçe minareler de yükseliyormuş. Ne var ki,  çırağın yaptığı minare ustasınınkinden daha göz alıcı oluyormuş. Çırak ustasından daha güzel bir iş ortaya çıkardığı için
kibrine yenilmiş.  Sıcak bir yaz günü harıl harıl çalışmakta olan ustasına;
'Usta! Bana bir su getir..' diye seslenmiş.
Usta, bunu duyunca kendisine yedirememiş, kendisini minareden aşağı bırakıvermiş.
Çırak ise, yaptığı hatayı anlamış, çok büyük üzüntü duymuş. O da kendini aşağı atıvermiş. İkisi de oracıkta can vermişler.
O günden bu yana yarım kalan minareler tamamlanamamış..


Erzurum'da Muratpaşa Camii, Gürcükapı Camii, Kurşunlu Cami, İbrahimpaşa Camii gibi çok sayıda tarihi cami var.
Narmanlı Camii de onlardan biri.Çifte Minare Medresesi'nin yakınında.. 1738 de  yaptırılan cami kentin tarihi değerlerinden.




ERZURUM KALESİ

Erzurum Kalesi Cumhuriyet Caddesi'nin üzerinde, Çifte Minare Medresesi'nin karşısında.




  Bugünkü Erzurum Kalesi'nin ilk yapılışı 415 tarihine rastlıyor. Bizans İmparatoru Theodoisius tarafından yaptırılmış. İç ve dış kale olarak inşa edilen kalenin dış bölümü büyük ölçüde yıkılmış. Dört yöne açılan kapılarından söz ediliyor.
      Kale 16. ve 19. Yy.da onarılmış. Şimdi de onarım halinde.


Kale mescidi ve Kale hamamı..



        Kale içindeki Tepsi Minare, Saat Kulesi olarak da anılmakta. 1124-1132 yılları arasında yapılmış. Kale mescidinin minaresi olan Tepsi Minare zaman içinde tahrip olmuş, şerefesinden yukarısı yıkılmış.  1841 ve 1880 yıllarında yıkılan bölüm onarılarak saat yerleştirilmiş, bu tarihten sonra saat ve gözetleme kulesi olarak kullanılmış.



   Kale içinde yapılan kazılarda bir kamyon dolusu demir gülle çıkarılmış. Gülleleri kalede görmek mümkün.

Erzurum'a geldiğinizde, tarihle öylesine iç içe oluyorsunuz ki, günümüzü anımsatacak bir obje, bir görüntü  bir an duraksatıyor sizi..
Şimdi biraz günümüze dönelim.. Kent merkezindeki 'havuzlu park' Atatürk anıtıyla taçlandırılmış.



   Havuzlu parkın karşı tarafına yapılan davul-zurna eşliğinde halay çeken bir grup figürüyle buraya renkli-neşeli bir hava getirilmiş. (Bir ara davulcunun tokmağı ile zurnacının zurnasının çalınması olayı gündeme gelmişti. Biz gördüğümüzde zurna yine faal edilmiş, ama davulcunun eli boştu.. )


FİLGEÇTİ KÖPRÜSÜ

               Erzurum'da her yapının ayrı ilginç bir öyküsü var.. Bunlardan biri de 'Filgeçti Köprüsü'.
 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı sonunda Osmanlı Ordusu Altın Ordu Hükümdarı Timur'a yenilir.  Erzurum'a gelen Timur karşısına çıkan dere yüzünden fillerini karşıya geçirememiş.. Derhal buraya bir köprü yapılmasını emretmiş ve böylece  filler yapılan köprüden geçmişler. Ondan sonra köprü 'Filgeçti Köprüsü' olarak anılmış.

           Zaman içinde dere kurumuş ve kapatılmış, köprü de unutulmuş. İkibinli yılların başında belediye iki mahalleyi bir alt geçitle bağlayınca, yeni yapılan köprüye de 'Filgeçti Köprüsü' adı verilmiş.



PALANDÖKEN KAYAK MERKEZİ

Erzurum kara ikliminin en güçlü yaşandığı bir ilimiz. Doğal olarak ünlü bir kayak merkezine sahip. Palandöken..  Biz temmuz ayında çıktığımız Palandöken'den soğuk hava ve şimşekli, gökgürültüsü eşliğinde yağan yoğun dolu nedeniyle yarım saat içinde aşağıya, kente inmek zorunda kaldık. İndiğimizde her yer bembeyaz olmuştu ve bu beyazlık 1,5-2 saate yakın bir süre erimeden kaldı.



TARİHİ ERZURUM EVLERİ

Yine dönelim tarihi yapısına kentin... Yine Cumhuriyet Caddesi'ndeyiz. Yakutiye Medresesi yakınlarında, dondurmamızı yemek için oturduğumuz bir duvar kenarında, yolun karşısındaki yazı dikkatimizi çekti; 'Tarihi Erzurum Evleri'


Erzurum'un eski evlerinin büyük çoğunluğu yangınlar ve savaşlar sonucu yok olmuş. 1859 yılında yaşanan deprem sonrası yapılmış çok az sayıdaki, nispeten ayakta kalmış evler restore edilerek, aslı ve Erzurum kültürü konusunda bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Restoran olarak hizmet veriyorlar.


      Evler, uzun süren soğuk kış şartları göz önüne alınarak iki katlı ve kalın duvarlı olarak yapılmış. Taştan yapılan alt katlar ya tamamen kapalı, veya az açık inşa edilmiş. Ahşap genellikle iç yapılarda kullanılmış..






ÜÇ KÜMBETLER
Şimdi de Üç Kümbetler'e doğru gidiyoruz..
Çifte Minareli Medrese'nin arkasında geniş bir alanda Üç Kümbetler.. Erzurum'un en önemli tarihi yapılarından.. En büyük ve gösterişli olanı Emir Saltuk Kümbeti. Diğer ikisinin kimlere ait olduğu bilinmiyormuş.







    Kümbetler hakkında fazla bir bilgiye sahip olunmadığı, sadece 12. Yy. başlarında yapıldığı tahmin ediliyormuş.
Son gidişimizde (2018-Temmuz) kümbetlerin hemen yanına bir kebap restoranı inşa edildiğini görünce oldukça canımız sıkıldı.



Aynı şekilde Çifte Minareli Medrese'nin arka duvarına bitişik bir kafe-çay bahçesi yapılmasını da tarihi dokuya yapılan  bir saygısızlık olarak değerlendirdik. Tentesi medresenin arkasında yer alan kümbeti kapatmıştı nerdeyse..


Tabii ki restoran ve kafeye gelenlerin araçları her yeri işgal etmiş, tarihi değerler araçlar arasında kaybolmuş...

                      TAŞHAN


Erzurum'da görülmesi gereken bir başka tarihi  yapı da Rüstem Paşa Kervansarayı. Bu günkü adıyla 'Taşhan'. 1561 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış.


İmarethane, mescit, atların bağlandığı bölüm olmak üzere zamanında yolculuk edenlerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yapılmış. Fakat günümüze büyük kısmı ulaşmayan han, şimdi Oltu taşı esnafının satış ve imalat yeri merkezi olarak hizmet veriyor. Tesbih, yüzük, küpe vb. hediyelik objelerin satışa sunulduğu dükkanlar var.



TABYALAR
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Erzurum'u düşmana karşı savunma amacıyla silahla donatılmış Mecidiye ve Aziziye Tabyaları Nene Hatun Milli Parkı içinde. 2000 metre yükseklikte kenti kuşbakışı gören bir tepede.




Tabyaları gezerken o tarihlerde çekilen eziyetler, zorluklar insanın gözünde canlanıyor. Elinizde olmadan ürperiyorsunuz...





Tabyaların bulunduğu tepeden Erzurum'a bakış....


Bu günkü modern yapısı içinde bunca tarihi dokuyu nasıl barındırabildiğine şaşıyoruz, Erzurum'un.. Ayrılmadan önce de o çok sözü edilen cağ kebabının ve kadayıf dolmasının tadına bakalım, diyoruz.


 UZUNDERE
   Tortum'dan çıkıp Uzundere yönüne devam ediyoruz. Uzundere'ye 3 km. kala yolun sağında dik bir kayalık üzerine yapılmış Engüzek Kalesi  (Ağcakale) göze çarpıyor. Kalenin Cenevizliler mi, Bizanslılar mı veya Türk Beyleri tarafından mı yaptırıldığı konusunda kesin bir sonuca ulaşılamamış. Kalede tapınak, hamam, Tortum Çayı'na kadar ulaşan su yolları olduğu söyleniyor.


         Tortum Şelalesi için buralara kadar geldiğinizde Uzundere İlçesi'ni geçip gitmek haksızlık diye düşünüyorum. Eski adı Azhort  olan ilçe, sahip olduğu 'Cittaslow' ünvanına gerçekten layık.



  Uzundere'de görülecek yerler diye araştırdığımızda Sapaca Kalesi adı geçti. Hemen yola koyulduk. Kaç km. gittik bilmiyorum. Hatırladığım, dönüş yolunda hemen önümüzde bir heyelan oluştuğu.. Neyse ki geçebileceğimiz kadar bir yer vardı ve yola yayılan taşların üzerinden geçtik.  
Kalenin yapılışı hakkında kesin bir bilgi yok. Eşkisor adıyla Ortaçağ veya Yakınçağ'da yapıldığı sanılıyor. Günümüze kadar ayakta kalabilmiş.




   İkinci olarak, Köptek Mağarası dendi. Büyük bir hevesle gittiğimiz mağaranın girişi böyle.. Sarp bir kaya oyuğunda mağara.

Her defasında, iyice araştırmadan yola çıkmayalım, desek de.. Maalesef bazen sözümüzde duramıyoruz. Şapele gidişimiz de buna örnek. Sorduğumuzda; şu yolu izleyin, görürsünüz, dendi. Biz de gösterilen yolu izledik. Bir süre sonra yol, bir bahçe içinden geçti.. Sonra otlarla kaplı, taşlı bir patika oldu. Bir yanı uçurum diyemeyeceğim ama, oldukça dik bir iniş olan, mezarlık kenarından yürüdük. Nerdeyse yarım saat-kırkbeş dakikalık bir yürüyüş sonunda geri dönmeye karar verdik.
Uzundere'ye döndüğümüzde anlattığımız kişiler, işte o mezarlığın sonunda şapeli görecektiniz, dediler. Tabii ertesi gün yine aynı yollardan geçerek, görmeyi amaçladığımız ünlü (!) şapeli gördük, muradımıza erdik...


ÖŞVANK KİLİSESİ
 
  Yusufeli yönünde ilerliyoruz. Yolun solunda 'Çamlıyamaç' tabelasından 7 km. sonra adı geçen köye ulaşıyoruz. Köyden 1 km. sonra da Öşvank Kilisesi karşımızda.




963-973 yılları arasında Gürcüler yaptırmış, kiliseyi. Uzun süre Gürcülerin 'Kabe'si olarak kullanılmış. Ne yazık ki  bugün harabe halinde. 1900 lü yılların başından 1980 yılına kadar cami olarak kullanılan kiliseye gereken özen gösterilmemiş.
Çevredekilerin dediğine göre her gün biraz daha yıkılan kiliseyi bu haliyle gördüğümüz için şanslıymışız.









Kilisenin hemen bitişiğine yapılan caminin adını maalesef öğrenemedik.

 


TORTUM ŞELALESİ    
   Erzurum yakınlarına yolu düşenlerin ilk görmek isteyecekleri yerlerden Tortum Şelalesi , kentin doğal güzelliklerinden biri. Erzurum merkezine 60 km. Aynı adı taşıdıkları halde Tortum İlçesi'nden çok uzakta şelale.. Uzundere İlçesi sınırları içinde ve merkeze 16 km. kadar uzakta.

       Yol üzerinde önce şelaleyi oluşturan Tortum Gölü çıkıyor karşınıza. Göl, 1700 lü yıllarda Tortum Çayı'nın önünün heyelan sonucu kapanması ile oluşmuş. Harika görüntüler sergileyen gölün seyrine doyulmuyor.


         Göl suları bir heyelan kütlesi üzerinden 48 metre aşağıya dökülmekte... Ve şelaleyi oluşturmakta. Yaz aylarında tarım sulamasında kullanıldığından suyu azalsa da şelalenin görüntüsü muhteşem..


      
       


        Şelalenin aktığı  yerde piknik alanları, restoranlar var.  Aşağıda suların düştüğü yere kadar taş merdivenler yapılmış. Merdivenlerin sulara yakınlaştığı yerlerde, sis halinde bir su püskürtüsüyle ıslanıyorsunuz. Yaz sıcağında serinletici etki yaratıyor... Akan suyun üzerinden kayalara atlayarak geçerseniz, diğer taraftaki merdivenden yukarı çıkılıyor. Böylece hem şelalenin sularıyla ıslanma, hem de şelaleyi yakından görme şansınız oluyor.






           Ve de bu muhteşem görüntüden ayrılırken gözümüz arkada kalıyor...

   YEDİ GÖLLER
       Tortum Şelalesi'nin büyüsünden henüz ayrılamamışken, 'Yedi Göller'  tabelası gözümüze çarptı. Uzundere'ye 20 km. civarında bir uzaklıkta Ulubağ Köyü'nde. Tortum Şelalesi'nden akan suların oluşturduğu irili-ufaklı gölcükler..





     
      






      En büyük gölün çevresinde alabalık ve et lokantaları, piknik alanları, göl üzerinde gezebileceğiniz kayık turları, çocuklar için oyun parkları var.


Piknik yapmak üzere gelen üniversiteli gençlerle sohbet  ve gençlerin  köfte ikramı, gezimize renk ve lezzet (!) kattı..





Siyah inci diyarı OLTU

Oltu, Erzurum'un 116 km. uzağındaki bir ilçesi. Tarihi 3000 yıl öncesine dayanan Oltu, Oltik- Okhti gibi isimlerle anılıyormuş, eskiden..  Tipik bir Anadolu İlçesi. Merkezinde Oltu Çayı kenarındaki yüksek bir tepeye yapılmış kalesi dikkat çekiyor. Kalenin yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyormuş. Kalenin dış surları günümüze kadar ulaşamamış. Görülen bölüm iç kale.


Saat Kulesi

    
      Erzurum'a bağlı iken 1878 Rus Harbinde Ruslar'a bırakılan Oltu, Birinci Dünya Savaşı'nda geri alınmış. 1926 yılında da ilçe olarak Erzurum'a bağlanmış.

Oltu'da çıkarılan genelde siyah renkli olan Oltu taşına 'kara kehribar' da deniyor. Tesbih, anahtarlık, yüzük, kolye, bileklik gibi süs eşyalarının yapımında kullanılıyor. İlçenin her köşesinde bunların imalatını ve satışını yapan dükkanlar, bir de çarşısı var.
Oltu taşının özelliği, yeraltından çıkarıldığında yumuşak olup, hava ile temas ettiğinde sertleşiyormuş.


Ufak da olsa bir hatıra almadan geçilmiyor tabii.. Bir tesbih ve küçük bir yüzük..


         Oltu'da görülmesi gereken bir başka yer Rus Kilisesi.


Eskilerin '93 Harbi' dedikleri Rus Harbi sonunda Osmanlılarca Ruslara bırakılan Oltu'da 1885-1890 yıllarında yapılan bu kilise bakımsız, harabe durumda.. Madde bağımlılarının ikamet yeri olan kilise, bizim gezimizden  bir süre sonra yakılmış. Şimdi ne halde bilmiyoruz.




     Uygun onarımlarla tarihi değer taşıyan benzer yapıların kazanılması, turizm açısından geleceğe açılan bir kapıdır. Umarım gereken önem verilir, bir gün... Çok geç olmadan..

         Bir gezimizin daha son noktasını koyarken, bir başka gezimizde buluşmak dileğiyle...













  




 


     









   


























   

 






















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ağrı- Iğdır - Van ve çevresi..

                  Yıllardır görmeyi arzuladığım bir bölge buralar.. Her yıl planlayıp, sonra çeşitli nedenlerle ertelediğimiz bu yöreye...