Birecik-Halfeti-Urfa-Harran


  BİRECİK
    Gaziantep-Şanlıurfa karayolunun 60. km.sinde yer alan Şanlıurfa'ya bağlı bir ilçe. Çoğu zaman Bilecik İlimizle karıştırılan kente, Fırat Nehri üzerindeki Birecik Köprüsü'nden geçilerek girilir. Gaziantep-Şanlıurfa karayolunu kesen Fırat Nehri'nden geçiş kayıklarla, sallarla yapılıyormuş, köprü yokken.. 1951-1956 yılları arasında yapılan köprü 720 metre uzunluğundaymış.

     


İlçenin kuzeyindeki Birecik Barajı, Fırat'ın genişlemesine ve akışının yavaşlamasına neden olmuş. Burada harika görüntüler oluşmuş.

  Eski adları Birtho (Asurice 'tepe' anlamında), Birsa, El-Bire olan Birecik'te Urfa kültürü ağırlıklı.
  Fırat kıyısında sıra sıra evlerin olduğu söyleniyor. Ancak günümüzde ne o yalı evler var, ne de beyaz kalker bir tepeye inşa edilen, bu nedenle de 'Beyaz Kale' denilen kale...
 
   Nuh peygamberin bereket sembolü kabul edilen kelaynak kuşları geçmişte Kuzey Afrika, Arabistan Yarımadası gibi geniş bir alanda yaşarlarken, avcılık ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlar sonucu nesillerinin tükenme tehlikesi başgöstermiş. Bugün sadece az sayıda Nil Vadisi'nde ve Birecik'te bulunuyorlar. Koruma altına alınan kelaynaklar, Birecik'te  Kelaynak Üretme Çiftliği'nde tel kafesler içinde tutuluyor, şimdilik doğaya bırakılmıyor...





HALFETİ
     Birecik'ten sola ayrılan 35 km. lik bir yolun sonunda önce Yeni Halfeti'ye, sonra da Eski Halfeti'ye ulaşıyorsunuz. Fırat Nehri üzerine Birecik Barajı'nın yapılmasıyla sular altında kalan bir kısım evler yukarıda kurulan Yeni Halfeti'ye taşınmış.



Halfeti, Fırat kıyısında Romalılar tarafından 'Ekamia' adıyla kurulmuş, çok eski bir kent.
     Esas görülecek yer Eski Halfeti, Cittaslow tescilli bir yerleşim yeri. Bir bölümü sular altında kaldığından 'Kayıp Şehir' olarak da adlandırılıyor. Fırat Nehri ile tarihi yapıların birleşimi doyulmaz bir güzellik sunuyor.






  Rum Kale, Halfeti'nin kuzeyinde, Fırat ile Merzimen Çayı'nın birleştiği yerde, sarp kayalar üzerinde inşa edilmiş. Hristiyanlar açısından büyük önem taşıyan Rum Kale'de Hz.İsa'nın havarilerinden Aziz Paulus'un yaşadığı ve  İncil'in burada yazıldığı söyleniyor. Antik dönemdeki adı Şimatrat'mış. Halfeti'den tekne turlarıyla ulaşılabilen Rum Kale'ye şimdi  Yavuzeli İlçesi'nden karayolu ile de gidilebiliyor.


Yaklaşık bir saat kadar süren tekne turlarıyla Beresül (Savaşan ) Köyü, sular altında kalan evler, cami, mağaralar görülüyor. Tekne'den Halfeti'nin taş evlerin görünümü muhteşem.





  Fırat Nehri'nin iki yakasını birleştiren asma köprü, 'Halfeti'nin Gerdanlığı olarak adlandırılıyor.



Halfeti Gerdanlığı'ndan sonra ikinci bir geçiş daha yapılmış Fırat üzerine.. Bize biraz gereksizmiş izlenimi verdi, bu ikinci köprü.. Ve de tepeye yapılmış o çok katlı koca bina Halfeti'nin kendine has mistik havasını bozmuş, hiç yakışmamış.


          2004 yılında ilk kez geldiğimiz Halfeti'de kimseler görünmüyordu. Fırat kıyısına park ettiğimiz karavanımızın yanında oğlumuzla bizden başka, bir de arada bir gelip teknesini kontrol eden tekneci vardı. Ancak 5-6 kişinin binebileceği küçük teknesiyle bizi gezdirme teklifini, binmeye cesaret edemediğimizden kabul etmemiştik. Gün boyu Fırat'tan Yavuz'la oğlumuzun tuttukları balıkları akşam yemeğinde kızartıp yemiş, akşam da vakit geçmek bilmediğinden 'iki çift laf ederiz' diye Jandarma Karakolu'na oturmaya gitmiştik. O kadar ıssızdı, kısaca...
  
  Şimdi ise, park etmeye yer bulunamıyor. Tur otobüslerinden kalan kıyıda köşede bir yere sığındığınızda hemen park ücreti alınıyor. Büyük gezi teknelerinin sayısı ellinin üzerine çıkmış.. Turizm cenneti haline gelmiş. Nehir kenarı lokantalar, çay bahçeleriyle çevrilmiş.
  Halfeti'nin eski ve şimdiki görüntüsü arasındaki fark inanılmaz ölçüde şaşırttı bizi..
  Her iki gidişimizde de ne yazık ki karagüle rastlamadık. Sadece efsane mi, yoksa biz mi şanssısız bilmem....

      ŞANLIURFA
 


              'Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar...'
   Türkü böyle söylüyor. Oysa Urfa uçsuz bucaksız bir düzlükte yer alıyor.. En yüksek tepesinde kurulmuş olan kalesine yürüyerek çıkılabiliyor..



Urfa, tarihi çok eskilere uzanan bir ilimiz.. Hz.İbrahim ve Hz. Eyüp peygamberlerin burada doğduklarına inanılıyor. Bu nedenle 'Peygamberler Diyarı' diye anılan Urfa'ya gelince görülmek istenen yerlerin ilki Balıklıgöl'dür. Hz. İbrahim'in, Nemrut ve ahalisinin taptığı putları yıkmaya başlamasıyla Nemrut, Hz.İbrahim'i yakmak ister, yaktırdığı büyük ateşin içine atar. Allah'ın emriyle ateş göle, odunlar da balıklara dönüşür.
   Bu mucizeye tanık olan Nemrut'un kızı Zeliha da Hz. İbrahim'e inanarak kendini ateşe atar. Yine ateş göle dönüşür. Bu göl de Balıklıgöl yakınında, Ayn Zeliha Gölü olarak adlandırılıyor. Balıklıgöl efsanesi üç büyük din inananları tarafından kabul ediliyor.







     İlk olarak 1978 yılında geldiğim Urfa'ya dördüncü defa 2017 Mayısında gittim. İlk gidişimden bu yana her şey çok değişiklik göstermiş. Kent modern binalarla dolmuş. Çevresinde hiç bir şey bulunmayan Balıklıgöl, şimdi bu yüksek binalar arasında kalmış.. Göl etrafında kebapçılar, çay bahçeleri açılmış.


    Değişmeyen bir tek şey var; yine insanlar buldukları her yeşillikte, gölge kaldırımlarda, parklarda, hatta satıcılar tezgahları üzerinde sereserpe uzanıp uyuyorlar. Daha önce gördüğümde çok şaşırdığım bu manzara geçen yıllara karşın aynen devam ediyor...


Balıklıgöl yakınındaki mağara evler..

       HARRAN

    Urfa'da fazla oyalanmadan çıktığımız Mardin yolunun 25. km.sinde, 'Keşke Harran'a da gitseydik. Harran evlerini görmek isterdim..' gibi bir cümle kullanıverdim. Ve o dakika bir frenle manevra ve gerisin geriye Urfa'ya döndük. Harran yoluna girdik.
    Harran Urfa'ya 45-50 km. kadar uzaklıkta. Dümdüz, dosdoğru giden bir yol. Yol üzerinde Uğurlu, Abdurrahmandede, Koruklu köyleri bulunuyor. Köyler çorak bir arazide olduklarından pek fazla yeşillik, ağaç yok.

    Doğu mitolojisine göre, Adem ile Havva cennetten kovulduklarında ilk burada dünyaya ayak basmışlar.

   'Harran' tabelasından girişte bir an hayal kırıklığına uğradım. Çünkü çevrede 3-4 katlı modern binalar yer alıyor. Sonra, içerilere doğru girince ve kubbeli evleri görünce rahatladım.
  


   Henüz nisan ayında olmamıza karşın aşırı sıcak var. Bir kenara park edip, karavanın bütün camlarını açtık. Serinlemek ne mümkün.. Bu sıcakta gezilmez zaten..

   Saatler 16.30 u gösterdiğinde, daha geç kalmamak için çıktık. Anında çevremiz 13-14 yaşlarında çocuklarca sarıldı. Rehberlik etmek istiyorlardı, ama biz de sakince, kendi başımıza gezmek istiyorduk. Bunu onlara anlatmak mümkün olmadı. Hemen yanı başımızda, nerdeyse dirsek temasıyla, gezdiğimiz sürece bizimleydiler...

  Harran evleri koruma amaçlı sit alanı olarak tescil edilmiş, etrafları çevrilmiş. Ancak evlerin hemen hepsi terkedilmiş ve yıkılmaya yüz tutmuş. Bazıları keçi barınağı olarak kullanılıyor..



     Evler yüksekliği 5 metre olan konik kubbelerle örtülü. Burada çöl iklimi hüküm sürdüğünden ağaç, dolayısıyla ahşap malzeme olmadığı için kubbeler tuğladan örülmüş, dışı balçıkla sıvanmış. Her evin üzerinde, evin büyüklüğüne göre en az 5-6 veya daha fazla sayıda kubbe bulunuyor ve kemerlerle birbirine bağlanıyor.. Bu kubbelerin evleri yazın serin, kışın sıcak tuttuğu söyleniyor. Kubbelerin tepesindeki açıklık ışık girişi ve içerdeki dumanın çıkışına yarıyormuş.


 



Harran Kalesi, kent surlarına bitişik olarak inşa edilmiş. Ancak kesin yapım tarihi bilinmiyor. Surlardan günümüze pek kalan olmamış. Kale de restore ediliyor...




 Evlerden biri restore edilmiş, 'Harran Kültür Evi' olarak turizme açılmış.




Dünyanın bilinen ilk üniversitesi olan Harran Üniversitesi'nden sadece gözetleme kulesi ayakta kalabilmiş.

Ve.. Harran'dan ayrılırken 'İyi ki geri dönmüş, Harran'a gelmişiz..' diyorduk. Gerçekten, daha fazla yok olmadan görülmesi gereken bir yer Harran....
Dönüş yolumuzda dilimizde bir türkü;

'Viran oldu gitti, Harran Ovası.. Harran Ovası...'




















  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ağrı- Iğdır - Van ve çevresi..

                  Yıllardır görmeyi arzuladığım bir bölge buralar.. Her yıl planlayıp, sonra çeşitli nedenlerle ertelediğimiz bu yöreye...