Mardin-Midyat-Hasankeyf


  MARDİN

  Mardin, görmeyi çok arzuladığım bir yerdi.. Bu yılki gezimize çıktığımızda, hatta kısa süre öncesine kadar Mardin'e gitmek hiç mi hiç aklımızdan geçmiyordu. Harran'da gördüklerimiz yeni yerler görme arzumuzu tetikledi, sanırım.. Ve...
   'Yola çıktık Mardin'e...
          'Düştük gezme derdine...'

  Urfa-Mardin arası 178 km. Yol çorak bir araziden geçip gidiyor. Yeşillik çok çok nadiren görülüyor..
    Mardin'e doğru kilometreler azaldıkça heyecanım artıyor. Hele uzaktan görünmeye başladığında içim içime sığmıyor.
   

   
    Batı illerinde görmeye alıştığımız, çok katlı beton binaları gördüğümde, bir an 'Bu mu Mardin?' diyesim geldi. Sonra sağ yanımızda eski taş evler gözüme çarptı, rahatladım.



    Mardin, Yukarı Mezapotamya'da bir tepe üzerine kurulmuş, kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen eski bir kent.. Diller ve dinlerin birarada yaşadığı bir şehir.. Ezan sesiyle çan sesi birbirine karışabiliyor..

   İl, Eski ve Yeni Mardin olarak ikiye ayrılıyor.
Yeni Mardin'in modern.. Betonlardan oluşmuş.. Bizce cazibesi yok.
Bizim ilgimizi çeken Eski Mardin..

  Daracık sokaklar  içinde, ve dik yokuşlar arasında bulabildiğimiz tek düzlüğe, küçük bir arsaya parkettik, karavanımızı.  Henüz mayısın ilk günleri olmasına karşın hava inanılmaz sıcak.  Zaten uzun sayılabilecek bir yoldan geldiğimiz için oldukça yorgunuz. Bu günlük gezme yok.. Bir şeyler atıştırırken gözlerimize ağırlık çöküyor.

   Ertesi sabah kısa bir kahvaltı sonrası çıktık, Mardin sokaklarına.. Sokaklar daracık, bazı yerlerde evlerin altından geçen geçitlerden ,tünellerden gidiliyor ki.. bu geçitlere 'abbara' deniyor.
Bir çok sokak da merdivenlerden oluşuyor. Sokakların darlığı nedeniyle çöp toplama işi eşeklerle yapılıyor. 

   

         









     
   Yavuz gördüğü bir eşekçikle poz vermeden geçemiyor...
      


   Mardin adının nereden geldiği konusunda çok çeşitli söylentiler var. Süryani dilinde kale anlamına gelen Mardo, Merdo, Merdi gibi isimler sonrasında Mardin olarak kalmış. Yerli halk Merdin olarak kullanıyor.

   En yüksek tepede kale göze çarpıyor.. Kalenin büyük bölümü yıkılmış durumda. Restore sürecinde olduğu söyleniyor. Ama askeri bölge olduğundan çıkmak yasak..


       Kalenin hemen altında 1385 de yapılan Zinciriye Medresesi, Sultan İsa Medresesi olarak da anılıyor.


   Araçla gezme imkanı pek olmayan Mardin'de taş kaplı yollardan yokuşlara tırmanmak gerekiyor. Bu da bizim için yorucu oluyor. Bir çay bahçesinde mola verip, birer tost-ayranla enerji takviyesi yaptık. Masamızın hemen yanında görülen minare çok güzel oymalarla süslenmiş. Cami-i Kebir.. Diğer adıyla Ulu Camiin minaresi.. 1176 yılında Artuklu Sultanı tarafından yaptırılmış, Mardin'in en eski camisi...

Mardin'de sabah erken saatlerde ve akşam gün batımına yakın açılıyor, dükkanlar.. Öğle saatlerinde bir çok yer kapalı. Zaten gün ortasında gezmek çok zor.. Biz de sabah-akşam gezip, diğer zamanlarda karavanın gölgesinde serinlemeye çalışıyoruz.





         Mor Behnam (Kırklar) Kilisesi Mor Behnam ve kardeşi Saro adına 6. Yy. ortalarına doğru yapılmış. 1799-1928 yılları arasında kilise müştemilatında okul açılarak eğitim hizmeti verilmiş. Kilise hala ayakta ve ibadete açık.. Biz akşam saati gittiğimizden kapalı olduğu için içeri giremedik.
            

 
  Mor Yusuf Kilisesi, Kırklar Kilisesi yakınında. 1864-1894 yıllarına yapılmış. Nemi önlemek için temeline tonlarca tuz döküldüğü anlatılıyor. (Surp Hovsep Kilisesi)




 Mardin Kız Meslek Lisesi 1923 de ortaokul olarak yapılmış, 1982 de Kız Meslek Lisesi'ne dönüştürülmüş. Bina taş oymalarıyla göz dolduruyor..

           Gazipaşa İlkokulu.

    Şehidiye Medresesi ve Camii.. Medrese 1214 yılında inşa edilmiş. Caminin minaresi 1916 da Ermeni mimar Lole tarafından farklı mimari ile yapılmış.

    



                        Melik Mahmut Camii..

Kasım Tuğmaner Camii..

Türkler, Araplar ve Süryanilerin birarada yaşadığı Mardin'de  belediye otobüslerinin üzerindeki yazı....
    

 Mardin'e gelmişken kesinlikle görülmesi gereken Deyrüzzafaran Manastırı 3 km uzaklıkta. Yol üzerindeki Mor Cercis  Kilisesi 1886 yılında yapılmış. Köyden yoğun göç olduğundan hizmet dışı kalan kilise yakın zamanda restore edilerek yeniden ibadete açılmış..




     Deyrüzzaferan Manastırı Süryaniler için çok büyük önem taşıyor. Milattan önce yapılan Güneş Tapınağı kalıntıları üzerine inşa edilmiş. Mor Şleymun, Mor Hananyo Manastırı gibi isimlerle bilinen manastır, çevresinde yetişen safran bitkileri nedeniyle Deyruzzaferan Manastırı adını almış. Yeşillikler içinde, huzur veren bir mekan....
 
 







  Bir merdivenle inilen bu karanlık oda Güneş Tapınağı olarak kullanılmış. Yaklaşık bir ton ağırlığındaki taşların birbirini sıkıştırmasıyla inşa edilen tavanda başka hiç bir malzeme kullanılmamış. Son derece sağlam olan yapı yüzyıllardır ayakta...




  Mezar odası denilen bölümde duvarlardaki 7 oyuğun her biri bir mezarmış. Hayatını kaybeden din adamları , dini kıyafetleriyle ve taştan bir sandalyede oturur şekilde defnedilirmiş. Şimdiye kadar 52 din adamı defnedilmiş.

Meryemana Kilisesi..

Bir daha gitmek, bir kere daha sokaklarını gezmek, o tarih kokan mistik havasını teneffüs etmek isterim, Mardin'in....

MİDYAT
Aslında Mardin'den çok Midyat'ı görmeyi arzu ediyordum, ama...Midyat gerçekten büyük bir hayalkırıklığı oldu benim için..

   Mardin'den 70 km. kadar uzakta Midyat.
   Bir yere gittiğimde, ilk gördüğüm etrafın temizliği-pisliği olur, nedense.. Bu Midyat için de geçerliydi.. Maalesef ilk izlenim.. olumsuz...Sonra, 'Belki çok güzel yerler göreceğiz. Peşin hükümlü olmayayım' diye kendi kendime kızdım.
  






   İlçeye girdiğimizde ilk olarak kalabileceğimiz bir yer araştırdık. Bize yardım edebilecek kişilerden bir itfaiye görevlisi, diğer arkadaşlarıyla istişareden sonra, bizi daracık sokaklardan geçirerek, taş binalar arasında, minibüs durağının yanında tepede bir yere götürdü. Burasının güvenli olduğunu, rahat edeceğimizi söyledi.
Ama, ne mümkün?
    
   Havanın aşırı sıcaklığı ve yol sonucu biraz soluklanalım, diye karavanın gölgesine sandalyelerimizi çıkarmamızla anında çevremiz 12-13 yaşlarında çocuklarla sarıldı. Hepsi birden yüksek sesle hemen yanıbaşımızda bağırıyor, biri horoz gibi öterken, diğeri miyavlıyor, bir başkası havlamaya başlıyor. Tam bir Bremen Mızıkacıları.. Önce; 'Çocuktur, ilgilenmediğimizi görünce giderler' diye aldırış etmedik. Ama, kalktığımız anda sandalyelerimize gelip oturmaları, ikaz ettiğimiz halde kalkmamaları, son olarak da karavanın kapılarına asılmaya, penceredeki çiçekleri almaya çalışmaları bardağı taşırdı...
   Bu kadar zamandır geziyoruz.. İlk kez böyle tatsız bir durumla karşılaştık.. Daha fazla dayanamayıp otogara indik. Görevli istediğimiz yerde kalabileceğimizi söyleyince rahat bir nefes aldık.

   Biraz dinlendikten, hava da biraz daha serinledikten sonra gezmeye çıktık,  Midyat'ı.. Taş binalar güneşte öylesine ısınmış ki.. Akşam olmasına karşın, fırın misali sıcağı yansıtıyor.
   Halkın büyük bir bölümü Süryani olduğundan kiliseler sayıca çok.
                       




                                  Mor Barsavmo Kilisesi.







Mor Abraham Manastırı..


 
   Bizim camilerimizin her zaman, herkese kapıları açıktır .Kiliseler ise öyle değil. Belirli günlerde, ayin olduğu saatlerde girilebiliyor.. Çoğunlukla da fotoğraf çekmeye izin verilmiyor..

   Kısaca, 'umduğumuzu bulamadan' ertesi sabah erkenden ayrıldık, Midyat'tan.. Şimdi Midyat denince aklımda kalanlar; arsız çocuklar, çevrenin kirliliği ve Süryani vatandaşların insani yaklaşımları ve efendilikleri....

                          
                            HASANKEYF



        Mardin, Midyat derken 'Buralara kadar geldik.. Daha geç olmadan, sular altında kaybolup gitmeden Hasankeyf'i de görelim.' dedik. Benim ilk kez geldiğim (Yavuz yıllar önce gelmiş, buralara..) bu üç yer benim için merak konusuydu..
   Taa uzaktan gördüğüm anda içim acıdı, diyebilirim. Binlerce yıllık tarihin, patlatılan dinamitlerle yok edilmesi karşısında insan duyarsız kalamıyor. Dicle Nehri üzerine yapılmakta olan Ilısu Barajı'nın getirecekleri buradan götürdüklerine değer mi, bilmem...
   
     Süryanicede Hesna Kepha, Arapça Hısn-ı Kafya olan adı Osmanlılarda Hasankeyf olarak kabul edilmiş. 'Kayalar Şehri', 'Mağaralar Şehri' anlamına geliyormuş.

                                   






    Benzer yörelerde görmeye alışık olduğumuz kitap satmak, rehberlik etmek isteyen gençler sardı hemen çevremizi.. Teşekkür ederek gerek olmadığını söylediğimizde anlayış gösterdiler. Biz de çarşıyı, sokakları, uzaktan görebildiğimiz kadar tarihi kalıntıları kendi kafamıza göre gezdik... Pazardan alışveriş yaptık..



             Bize çok ilginç gelen çarşı, bir kültür hazinesi..
    



     Tarihi yapılara zarar vermeden başka yerlere taşınabileceğinden söz ediliyor ama, ne derece orijinaline sadık kalınır, tartışılır. 'Taş yerinde ağırdır' denir ya... 
Buranın sembolü niteliğindeki Zeynel Bey Kümbeti 1400 lü yıllardan kalma bir anıt mezar. Yerinden alınıp, 2 km. uzağa yeni yapılandırılan bölgede, Kültür Park'a taşınmış. Kırılan çinileri onarılıyor, türbe restore ediliyor.




      Sular altında kalacak yörede yaşayan halk için karşı tepeye iki-üç katlı yeni konutlar yapılıyor. Konuştuğumuz kişiler kendilerine danışılmadan yapılan bu işlemden memnun değil.  Halk, bunca yılını geçirdiği evinden, işyerinden, alıştığı yerlerden ayrılmak istemiyor..
Dicle kıyılarında ve çevredeki  6000 civarında doğal mağara ev olarak kullanılmış. Şimdi üç-beş mağara hariç diğerleri boşaltılmış.



Kalenin ve tarihi yerlerin girişi çitlerle çevrilerek kilit altına alınmış, girilemiyor..

Dicle üzerine 1122 de yapılan Taşköprü'den şimdi sadece ayaklarından bir bölüm kalmış. Onlar da yine sular altında kalmaya mahkum...







Günümüzde geçişler bu köprüden sağlanıyor. Baraj gölü üzerine Türkiye'nin 4. büyük köprüsü (Viyadük) yapılıyormuş...




Hasankeyf Kalesi 363 yılında Dicle'den 200 metre yüksekte sarp kayalıklar üzerine inşa edilmiş. Kaleye su taşımak için de 200 basamaklı merdivenler halen sapasağlam duruyor.




             Hasankeyf'in sembollerinden biri olan Koç Camii'nden kalanlar...



    Eski köprü yakınındaki El-Rızk Camii 1409 da Eyyubiler tarafından yapılmış. Şimdi minaresinin taşları tek tek  sökülerek, parçalar halinde  yeni yerine taşınacakmış. Keza Koç Camiinin minaresi de öyle.. O minarelerin üzerindeki motiflerin tahrip olmaması  mümkün değil. Çok üzücü ...


Yine Kültür Park alanına taşınacağı söylenen Artuklu Hamamı...



Bir taraftan birkaç yıl sonra sularla kaplanacak Hasankeyf'i orijinal haliyle (bir çok yeri tahrip olmuşsa da) görebildiğimiz için şanslı olduğumuzu düşünürken, diğer taraftan da böyle bir tarihi zenginliğin yok oluşuna, yok edilişine üzülerek ayrıldık Hasankeyf'ten...



           













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ağrı- Iğdır - Van ve çevresi..

                  Yıllardır görmeyi arzuladığım bir bölge buralar.. Her yıl planlayıp, sonra çeşitli nedenlerle ertelediğimiz bu yöreye...